I'll have to study ten hours tomorrow.
- Yarın on saat çalışmak zorunda kalacağım.
It seems that the children will have to sleep on the floor.
- Çocuklar yerde uyumak zorunda kalacaklar gibi.
He can't cope with difficult situations.
- Zor durumlarla başa çıkamıyor.
It was too difficult for me.
- Bu benim için çok zordu.
Tom knew it was going to be tough to convince Mary that she was too old to drive.
- Tom Mary'nin araba süremeyecek kadar yaşlı olduğuna ikna etmenin zor olacağını biliyordu.
They made equally tough demands.
- Onlar aynı derecede zor taleplerde bulundular.
English is pretty hard, isn't it?
- İngilizce çok zor, değil mi?
Understanding you is really very hard.
- Seni anlamak gerçekten çok zor.
I don't want to have to shoot you.
- Sana ateş etmek zorunda olmak istemiyorum.
I don't want to have to worry about you.
- Sizin için endişelenmek zorunda olmak istemiyorum.
Tom doesn't want to have to fight you.
- Tom seninle dövüşmek zorunda kalmak istemiyor.
I don't want to have to hurt you, but if you get in my way, I'll have no choice.
- Seni incitmek zorunda kalmak istemiyorum ama yoluma çıkarsan başka seçeneğim kalmayacak.
You don't have to go.
I don't want to have to worry about you.
- Sizin için endişelenmek zorunda olmak istemiyorum.
I don't want to have to worry about you.
- Senin için endişelenmek zorunda olmak istemiyorum.
She went through a long and arduous vocational course.
- O uzun ve zorlu bir meslek kursundan geçti.
I have to tighten my belt.
- Ben kemerimi sıkmak zorundayım.
Tom found himself in a tight spot.
- Tom, kendini zor bir durumda buldu.
The president was forced to return to Washington.
- Başkan Washington'a dönmek zorunda kaldı.
The army forced him to resign.
- Ordu onu istifa etmeye zorladı.
During droughts, farmers are barely able to eke out a living.
- Kuraklık sırasında, çiftçiler kıt kanaat zorlukla geçinebiliyorlar.
I barely passed the exam.
- Ben zar zor sınavı geçtim.
In this city finding a taxi is complicated.
- Bu şehirde bir taksi bulmak zordur.
It doesn't have to be that complicated.
- Bu o kadar karmaşık olmak zorunda değil.
Tom's foot had to be amputated after it had become infected with gangrene following a severe frostbite.
- Şiddetli bir donmanın ardından kangrenle enfekte olduktan sonra Tom'un ayağı kesilmek zorunda kaldı.
In any case, she'll have to be severely punished.
- Her halükarda, ağır biçimde cezalandırılmak zorunda kalacak.
I think you're trying too hard.
- Bence fazla zorluyorsun.
I have to keep trying.
- Denemeye devam etmek zorundayım.
It's awkward for me to go to them without an invitation.
- Onlara davetiyesiz gitmek benim için zordur.
The fog was so dense, we could hardly see anything.
- Sis çok yoğundu, her şeyi zorlukla görebildik.
Tom could hardly breathe after the race.
- Tom yarıştan sonra zor nefes alabiliyordu.
During hard times, people might not go on a trip, but they might be willing to pay extra for good coffee.
- Zor zamanlarda, insanlar geziye gitmek istemeyebilir fakat iyi kahve için fazla ödemeye istekli olabilirler.
No matter how tired I might be, I have to work.
- Ne kadar yorgun olursam olayım, çalışmak zorundayım.
A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death.
- Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.
Tom must conserve his strength.
- Tom gücünü korumak zorundadır.
Tom's patience is being strained.
- Tom'un sabrı zorlanıyor.
Take care not to strain your eyes.
- Gözlerini zorlamamaya dikkat et.
It's hard to teach an old dog new tricks.
- Yaşlı bir köpeğe yeni hünerler öğretmek zor.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
She helped me in a very sticky situation.
- Çok zor bir durumda bana yardım etti.
After an uphill struggle against great odds they finally got the company on its feet again.
- Büyük anlaşmazlıklara karşı zorlu bir mücadeleden sonra, onlar nihayet şirketi tekrar kendi ayakları üzerinde durdurdular.
That is a very important objective and it will be quite tricky to achieve.
- Bu çok önemli bir hedef ve ulaşmak oldukça zor olacak.
Operation of this computer is tricky.
- Bu bilgisayarın çalıştırılması zordur.
One of the toughest things in the world to do is forgive.
- Dünyada yapacak en zor şeylerden biri affetmektir.
Their car entered one of the toughest races in the world.
- Onların aracı dünyadaki en zorlu yarışlardan birine girdi.
onun dediğini yapmak zorundayım - I cannot but do what he says.
You'll have a rough time.
- Zor bir zaman geçireceksin.
Tom had a rough time last year.
- Tom geçen yıl zor günler geçirdi.
I didn't know I was going to have to introduce the main speaker.
- Baş konuşmacıyı tanıtmak zorunda kalacağımı bilmiyordum.
It is hard to maintain one's reputation.
- Birinin ününü sürdürmek zordur.
I reported to him by means of an SMS that he had to stop his work as soon as possible.
- En kısa sürede işi durdurmak zorunda olduğunu bir SMS aracılığıyla bildirdim.
This has got to mean something.
- Bu manidar olmak zorunda.
They answered my questions with difficulty.
- Sorularımı zorlukla yanıtladılar.
I passed the examination with difficulty.
- Ben sınavı zorlukla geçtim.
Tom would be a formidable opponent.
- Tom zorlu bir rakip olacaktır.
Why do you always have to be so cruel?
- Neden her zaman bu kadar gaddar olmak zorundasın?
He has to go to the bathroom right when the food's being served. He's always doing things at such inconvenient times.
- O, yemek sunulduğunda doğru tuvalete gitmek zorunda. O hep böyle uygunsuz zamanlarda bir şeyler yapıyor.
I had to take a taxi because the heavy rain caused all the trains to stop.
- Yoğun yağış bütün trenlerin durmasına sebep olduğu için bir taksiye binmek zorunda kaldım.
The box was so heavy that Tom had to help Mary carry it home.
- Kutu o kadar ağırdı ki Tom Mary'nin onu eve götürmesine yardım etmek zorunda kaldı.
It is imperative for you to finish by Sunday.
- Pazar gününe kadar bitirmen zorunlu.
It's imperative to go out.
- Dışarı çıkmak zorunlu.