He didn't want to resign but he was forced into it.
- İstifa etmek istemiyordu ama buna zorlanmıştı.
Tom could hardly make himself understood.
- Tom meramını zorla anlatabildi.
I had hardly checked in at the hotel when he called me.
- Sen beni aradığında otelde zorla kayıt yaptırdım.
A sudden illness forced her to cancel her appointment.
- Ani bir hastalık onu randevusunu iptal etmeye zorladı.
Illness forced him to give up school.
- Hastalık onu okuldan vazgeçmesi için zorladı.
My parents pushed me to quit the baseball club.
- Anne babam beni beyzbol klübünden ayrılmaya zorladı.
They continued to push south.
- Onlar güneyi zorlamaya devam etti.
The army forced him to resign.
- Ordu onu istifa etmeye zorladı.
Don't force the child to eat.
- Çocuğu yemesi için zorlama.
The rioters were forcibly removed from the plaza.
- Göstericiler zorla plazadan çıkarıldılar.
The army forced him to resign.
- Ordu onu istifa etmeye zorladı.
I was forced to submit to my fate.
- Ben kaderime boyun eğmek için zorlandım.
You can't force Tom to help Mary.
- Tom'u Mary'ye yardım etmeye zorlayamazsın.
We can't force Tom to resign.
- Tom'u istifaya zorlayamayız.
Snorri Sturluson's stories tells, among other things, how Christianity was spread in Norway by force.
- Snorri Sturluson'un hikayeleri diğer şeylerin arasında Hristiyanlığın Norveç'te nasıl zorla yayıldığını anlatır.
The dentist pulled out my decayed tooth by force.
- Dişçi çürük dişimi zorla çekti.
No one may be compelled to belong to an association.
- Hiç kimse bir derneğe üye olmaya zorlanamaz.
The examination compelled me to study hard.
- Sınav beni sıkı çalışmaya zorladı.
Nobody is forcing you to do this.
- Hiç kimse bunu yapman için zorlamıyor.
Nobody's forcing you to do that.
- Onu yapman için hiç kimse seni zorlamıyor.
Kate was obliged to read the book.
- Kate kitap okumaya zorlandı.
Tom shifted uneasily.
- Tom zorla değiştirdi.
Tom is having a hard time deciding what to wear to the party.
- Tom partide ne giyeceğine karar vermede zorlanıyor.
I could hardly make out what she said.
- Söylediği şeyi zorla anlayabildim.
Tom claimed that the contract was invalid because he'd been coerced into signing it.
- Tom onu imzalamaya zorlanıldığı için sözleşmenin geçersiz olduğunu iddia etti.
We haven't been coerced in any way.
- Hiçbir şekilde zorlanmadık.
Black people were compelled to work in cotton fields.
- Siyah insanlar pamuk tarlalarında çalışmak için zorlandılar.
I was compelled to do this against my will.
- Zorla bunu yapmak için zorlandım.