Size yarına kadar müddet veriyorum.
- Ich gebe Ihnen bis morgen Zeit.
Bunu bitirmek için ne kadar zamanımız var?
- Wie viel Zeit haben wir, um das fertig zu machen?
Bu kitabı okumak için zamanım yok.
- Ich habe keine Zeit, dieses Buch zu lesen.
Yarın bu vakitte onunla akşam yemeği yiyor olacak.
- Er wird morgen zu dieser Zeit mit ihr das Abendessen essen.
Kızınla vakit geçirip sohbet etmelisin.
- Du solltest Zeit mit deiner Tochter verbringen und dich mit ihr unterhalten.
Uzun zaman önce burada bir köprü vardı.
- Vor langer Zeit war hier eine Brücke.
Kriz zamanı geçmişi idealize etmenin manası yok.
- Es ist zwecklos, in Zeiten einer Krise die Vergangenheit zu idealisieren.
Zamanla insanların kitaplar gibi olduğunu anlıyorsun. Bazıları kapağı ile seni yanıltır başkaları içeriği ile seni şaşırtır.
- Mit der Zeit merkst du, dass Menschen wie Bücher sind. Einige täuschen dich mit dem Umschlag und andere überraschen dich mit ihrem Inhalt.
Sadece zaman sana yardım edebilir.
- Nur die Zeit kann dir helfen.
Tom her zaman Fuji Dağı'na çıkmak istemişti fakat şimdiye kadar, bunu yapmak için zaman bulamamıştı.
- Tom wollte immer schon den Fujiama besteigen. Aber bislang hatte er nicht die Zeit dafür gefunden.
Saatlerdir bekliyorum.
- I've been waiting for hours.
Saatler süren çalışmadan sonra yoruldu.
- He was worn out after hours of work.
Yarın on saat çalışmak zorunda kalacağım.
- I'll have to study ten hours tomorrow.
Saatlerdir bekliyorum.
- I've been waiting for hours.
Senin mesai saatlerin ne?
- What are your office hours?