Before Mary got married, she was much thinner.
- Mary evlenmeden önce, çok daha zayıftı.
She was painfully thin.
- O, acı verecek şekilde zayıftı.
Although the economy is weak, some companies are still making a profit.
- Ekonomi zayıf olmasına rağmen, bazı şirketler hâlâ kazanç sağlıyor.
He is weak in English.
- O,İngilizcede zayıftır.
My uncle is slim, but my aunt is fat.
- Amcam zayıf fakat teyzem şişman.
I'm trying to slim down.
- Zayıflamaya çalışıyorum.
Tom is lean and tall.
- Tom zayıf ve uzun boylu.
John is as lean as a wolf.
- John bir kurt gibi zayıftır.
Why are men strong even if they're slender?
- Erkekler zayıf olsalar bile neden güçlüdür?
They said he had a weak form of smallpox.
- Onun çiçek hastalığının zayıf evresini geçirdiğini söylediler.
Who would have thought that she could be so thin and small?
- Kim onun o kadar zayıf ve küçük olabileceğini düşünürdü?
Your accent's good, but your pronunciation's a little bit off.
- Senin aksanın iyi ama telaffuzun biraz zayıf.
I'm afraid my depth perception is very poor.
- Korkarım benim derinlik algım çok zayıf.
Poor sight is a handicap to an athlete.
- Zayıf görme bir atlet için bir engeldir.
The chance of rain is low.
- Yağmurun yağma ihtimali zayıf.
It doesn't work so well because the battery is low.
- Bu, pil zayıf olduğu için çok iyi çalışmıyor.
The sound grew fainter and fainter.
- Ses gittikçe zayıfladı.
The noise grew fainter, till it was heard no more.
- Ses gittikçe zayıfladı, artık duyulmayıncaya kadar.
I don't want to hear your feeble excuses.
- Zayıf bahanelerinizi duymak istemiyorum.
The yen is weaker than the dollar.
- Yen dolardan daha zayıf.
The older we get, the weaker our memory becomes.
- Yaşımız ilerledikçe hafızamız zayıflıyor.
She has spent hours at the gym trying to lose weight.
- Zayıflamaya çalışarak jimnastik salonunda saatler harcadı.