ara beni zaman zaman.
I like to have a deep conversation with a more academic person from time to time.
- Zaman zaman daha akademik biriyle detaylı bir konuşma yapmak istiyorum.
I meet him at the club from time to time.
- Ben, zaman zaman onunla kulüpte karşılaşırım.
Tom and Mary have been dating on and off for a year.
- Tom ve Mary bir yıldır zaman zaman çıkıyorlardı.
It was raining on and off all night long.
- Bütün gece boyunca zaman zaman yağmur yağıyordu.
Tom hears from Mary every now and then.
- Tom zaman zaman Mary'den haber alır.
I fall asleep in the class every now and then.
- Zaman zaman sınıfta uyuyakalırım.
At times, I can't trust him.
- Zaman zaman, ona güvenemiyorum.
After all, even the gods may err at times.
- Tüm bunlardan sonra, tanrılar bile zaman zaman hata yapabilirler.
Tom occasionally visited Mary at her parents' house.
- Tom zaman zaman Mary'yi anne babasının evinde ziyaret eder.
He occasionally visited me.
- O, zaman zaman beni ziyaret etti.
I meet him at the club from time to time.
- Ben, zaman zaman onunla kulüpte karşılaşırım.
I like to have a deep conversation with a more academic person from time to time.
- Zaman zaman daha akademik biriyle detaylı bir konuşma yapmak istiyorum.
Tom hears from Mary every now and then.
- Tom zaman zaman Mary'den haber alır.
I fall asleep in the class every now and then.
- Zaman zaman sınıfta uyuyakalırım.
We've met on occasion.
- Biz zaman zaman buluştuk.
He reads detective stories on occasion.
- O, zaman zaman dedektif hikayeleri okur.
Mary and I dated a long time ago.
- Mary ve ben uzun zaman önce çıktık.
Have a good time on your date.
- Randevunda iyi zaman geçir.
I always get up at six.
- Her zaman altıda kalkarım.
To be always honest is not easy.
- Her zaman dürüst olmak kolay değildir.
When do you usually go to bed?
- Genellikle ne zaman yatarsın?
When can I swim here?
- Ne zaman burada yüzebilirim?
In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future.
- Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.
You must live in the present, not in the past.
- Geçmişte değil, şimdiki zamanda yaşamalısın.
Imagine that you had a time machine.
- Bir zaman makinen olduğunu hayal et.
What are the measures of time?
- Zamanın ölçüsü nedir?
There never was a good war nor a bad peace.
- İyi bir savaş, ne de kötü bir barış hiçbir zaman olmadı.
He never takes any notice of what his father says.
- O hiçbir zaman babasının söylediklerini önemsemez.
Relations between China and Japan have been tense recently.
- Çin ve Japonya arasındaki ilişkiler son zamanlarda gergin olmuştur.
Tom says that he always feels tense when Mary is in the room.
- Mary odada iken, Tom her zaman gergin hissettiğini söylüyor.
From the moment he arrived there, he kept on bothering his doctor to tell him when he would be able to go home.
- Oraya vardığı andan itibaren, eve ne zaman gidebileceğini kendisine söylemesi için doktoru rahatsız etmeye devam etti.
I'll talk to him at the earliest possible moment.
- Mümkün olan en kısa zamanda onunla konuşacağım.
I play the guitar in my spare time.
- Boş zamanımda gitar çalarım.
What do you do in your spare time?
- Boş zamanında ne yaparsın?
He was cut down in his prime.
- O, en güzel zamanında öldürüldü.
Tom is now in his prime.
- Tom şu an en güzel zamanında.
Tom and Mary were wasting time, as usual.
- Tom ve Mary her zaman olduğu gibi boşa zaman harcıyordu.
Needless to say, Judy came late as usual.
- Hiç söylemeye gerek yok, her zaman olduğu gibi Judy geç geldi.
Is it possible for you to come to the office an hour earlier than usual tomorrow?
- Yarın her zamankinden bir saat daha erken ofise gelmen mümkün mü?
George was describing a 30 pound bass he'd caught recently after fighting it for three hours.
- George, son zamanlarda üç saatlik mücadeleden sonra yakaladığı 30 paundluk bir levreği tanımlıyordu.
Tom brings us gifts whenever he visits.
- Tom her ne zaman ziyarete gelse bize hediyeler getirir.
Whenever I go to this store, they're selling freshly baked taiyaki cakes.
- Bu dükkâna her ne zaman gitsem, taze pişmiş taiyaki kekleri satıyorlar.
Which endings does this verb have in the present tense?
- Bu fiil geniş zamanda hangi takıları alır?
Mr. Clinton was governor of Arkansas at the time.
- Bay Clinton, o zamanlar Arkansas'ın valisiydi.
Tom claims he was drunk at the time.
- Tom o zaman sarhoş olduğunu iddia ediyor.
I often study while listening to music.
- Müzik dinlediğim zaman sık sık çalışırım.
He always sings while having a shower.
- O her zaman duş alırken şarkı söyler.
Every time I hear that song, I think of my high school days.
- O şarkıyı duyduğum her zaman,lise günlerimi düşünürüm.
It rained heavily all day, during which time I stayed indoors.
- Tüm gün şiddetli yağmur yağdı, bu zaman zarfında evde kaldım.
When does the rainy season in Japan begin?
- Japonya'da yağmur sezonu ne zaman başlar?
Tax season is a very busy time of year for accountants.
- Vergi sezonu muhasebeciler için yılın en meşgul zamanıdır.
I wish you would shut the door when you go out.
- Keşke dışarı çıktığın zaman kapıyı kapatsan.
When will you return?
- Ne zaman geri döneceksin?
Every time I hear that song, I think of my high school days.
- O şarkıyı duyduğum her zaman,lise günlerimi düşünürüm.
Tom became tired of always having to pay the bill every time he went out with Mary.
- Tom, Mary ile birlikte her çıkışında her zaman hesabı ödemek zorunda kalmaktan usandı.
An accident may happen at any time.
- Bir kaza her zaman olabilir.
An earthquake can happen at any time.
- Bir deprem her zaman olabilir.
He who asks is a fool for five minutes, but he who does not ask remains a fool forever.
- Soran beş dakika bir aptaldır fakat sormayan her zaman bir aptal kalır.
I am forever in trouble.
- Benim her zaman başım belada.
Whenever I go to this store, they're selling freshly baked taiyaki cakes.
- Bu dükkâna her ne zaman gitsem, taze pişmiş taiyaki kekleri satıyorlar.
Whenever I go abroad, I suffer from jet lag and diarrhea.
- Her ne zaman yurtdışına gitsem saat farkı ve ishalden rahatsız olurum.
It's been quite ages since we last met.
- Son karşılaştığımızdan beri oldukça uzun zaman oldu.
If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky.
- İskoçyalı ve en az on iki yıllık değilse, o zaman viski değildir.
He doesn't travel much apart from occasional business trips.
- O zaman zaman iş gezilerinin dışında çok seyahat etmez.
He reads detective stories on occasion.
- O, zaman zaman dedektif hikayeleri okur.
He's behind the times in his methods.
- O metotlarında zamanın gerisindedir.
There were no radios in those times.
- O zamanlar hiç radyo yoktu.
I'm sick and tired of you always parking in my space.
- Her zaman benim yerime park etmenden bıktım.
Between space and time.
- Uzay ve zaman arasında.
Ten years is a really long period of time.
- On yıl gerçekten uzun bir zaman aralığıdır.
The students' lunch period is from twelve to one.
- Öğrencilerin öğlen yemeği zamanı saat on ikiden saat bire kadardır.
There was a time when kings and queens reigned over the world.
- Kralların ve kraliçelerin dünyada hüküm sürdüğü bir zaman vardı.
Once upon a time there lived an emperor who was a great conqueror, and reigned over more countries than anyone in the world.
- Bir zamanlar büyük bir fatih olan bir imparator yaşardı ve dünyadaki herhangi birinden daha fazla ülkede hüküm sürdü.
Drizzt, not wasting time, quickly arrived by his halfling friend's side!.