Have a good time on your date.
- Randevunda iyi zaman geçir.
When was the last time you went on a date?
- En son ne zaman biriyle çıktın?
What are the measures of time?
- Zamanın ölçüsü nedir?
Imagine that you had a time machine.
- Bir zaman makinen olduğunu hayal et.
It is even becoming accepted even in exam-English that that called simple future tense does not exist.
- Basit gelecek zaman denilen şey İngilizce sınavında kabul edilse bile, o mevcut değildir.
I am always tense before I get on an airplane.
- Uçağa binmeden önce her zaman gergin olurum.
Please drop in at my house when you have a moment.
- Lütfen zamanın olduğunda evime uğra.
I'll talk to him at the earliest possible moment.
- Mümkün olan en kısa zamanda onunla konuşacağım.
When I was a child, I spent many hours reading alone in my room.
- Çocukken odamda yalnız başına kitap okuyarak çok fazla zaman geçirdim.
It took me more than two hours to translate a few pages of English.
- Birkaç sayfa ingilizceyi çevirmek iki saatten daha fazla zamanımı aldı.
He always sings while having a shower.
- O her zaman duş alırken şarkı söyler.
He always sings while having a shower.
- O her zaman duşta şarkı söyler.
I read a newspaper every day so that I may keep up with the time.
- Zamana ayak uydurabileyim diye her gün gazete okurum.
I want to ask them when their wedding day is.
- Ben onlara düğün günlerinin ne zaman olduğunu sormak istiyorum.
Tax season is a very busy time of year for accountants.
- Vergi sezonu muhasebeciler için yılın en meşgul zamanıdır.
When will the rainy season be over?
- Yağışlı sezon ne zaman bitecek?
When can I swim here?
- Ne zaman burada yüzebilirim?
When do you usually go to bed?
- Genellikle ne zaman yatarsın?
There was a time when kings and queens reigned over the world.
- Kralların ve kraliçelerin dünyada hüküm sürdüğü bir zaman vardı.
Once upon a time there lived an emperor who was a great conqueror, and reigned over more countries than anyone in the world.
- Bir zamanlar büyük bir fatih olan bir imparator yaşardı ve dünyadaki herhangi birinden daha fazla ülkede hüküm sürdü.
Even now there are occasional aftershocks.
- Şimdi bile zaman zaman artçı şoklar var.
He reads detective stories on occasion.
- O, zaman zaman dedektif hikayeleri okur.
Tom always makes it a rule never to ask a woman her age.
- Tom her zaman bir kadına yaşını asla sormamayı bir kural olarak benimser.
If it's not from Scotland and it hasn't been aged at least twelve years, then it isn't whisky.
- İskoçyalı ve en az on iki yıllık değilse, o zaman viski değildir.
Ten years is a really long period of time.
- On yıl gerçekten uzun bir zaman aralığıdır.
Go easy on Bob. You know, he's been going though a rough period recently.
- Bob'ın üzerine fazla gitmeyin.Bilirsiniz, o, son zamanlarda zor bir sürece rağmen devam etmektedir.
Between space and time.
- Uzay ve zaman arasında.
I'm sick and tired of you always parking in my space.
- Her zaman benim yerime park etmenden bıktım.
I make it a rule to read the newspaper every day lest I should fall behind the times.
- Zamanın gerisinde kalmayayım diye her gün gazete okumayı bir alışkanlık haline getirdim.
He's behind the times in his methods.
- O metotlarında zamanın gerisindedir.
Everytime I look at him, he smiles.
- Ona ne zaman baksam gülümser.
He will learn the facts in the course of time.
- O zaman içerisinde gerçekleri öğrenecek.
What are the measures of time?
- Zamanın ölçüsü nedir?
Ten years is a long time.
- On yıl uzun bir zamandır.
What time of year do you usually like to spend time on the beach?
- Yılın hangi zamanında genellikle sahilde zaman geçirmek istersin?
Bill is always honest.
- Bill her zaman dürüsttür.
You're always singing.
- Her zaman şarkı söylüyorsun.
When will you return?
- Ne zaman geri döneceksin?
Did the error occur right from the start or later on? - When?
- Hata baştan sağda mı yoksa sonradan mı meydana geldi? - Ne zaman?
There's no time like the present.
- Şimdiki zaman gibi zaman yok.
In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future.
- Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.
To gain time we took the plane.
- Zaman kazanmak için uçağa bindik.
Drizzt, not wasting time, quickly arrived by his halfling friend's side!.
ara beni zaman zaman.
We should be there in no time.
- Zaman kaybetmeden orada olmalıyız.
A professional thief can jimmy a car door in no time.
- Profesyonel bir hırsız bir araba kapısını bir levye ile zaman kaybetmeden açabilir.
I meet him at the club from time to time.
- Ben, zaman zaman onunla kulüpte karşılaşırım.
I go to the library from time to time.
- Ben zaman zaman kütüphaneye giderim.
Tom and Mary have been dating on and off for a year.
- Tom ve Mary bir yıldır zaman zaman çıkıyorlardı.
It was raining on and off all night long.
- Bütün gece boyunca zaman zaman yağmur yağıyordu.
Tom hears from Mary every now and then.
- Tom zaman zaman Mary'den haber alır.
I meet him at school now and then.
- Zaman zaman okulda onunla karşılaşırım.
What should I do in order to spare time?
- Zaman ayırmak için ne yapmalıyım?
After all, even the gods may err at times.
- Tüm bunlardan sonra, tanrılar bile zaman zaman hata yapabilirler.
At times, he suffered from a painful headache.
- Zaman zaman can sıkıcı baş ağrısı çekti.
The network is moving your show to another time slot.
- Şebeke gösterinizi başka bir zaman aralığına taşıyor.
We have to spend time with Tom now.
- Biz şimdi Tom ile zaman harcamak zorundayız.
Tom didn't want to spend time in jail.
- Tom hapiste zaman harcamak istemiyordu.
He occasionally visited me.
- O, zaman zaman beni ziyaret etti.
The mother occasionally reread her son's letter.
- Anne zaman zaman oğlunun mektubunu yeniden okuyordu.
The goal of the center should be to train young people from other countries within a specific time period.
- Merkezin hedefi, diğer ülkelerden gelen gençleri belli bir zaman aralığında eğitmek olmalıdır.
If you concentrate, you'll be able to finish within a shorter time interval.
- Eğer konsantre olursanız, daha kısa zaman aralığında bitirebileceksiniz.
It's morning here in my time zone.
- Benim zaman dilimimde burada sabah.
I live in the Pacific time zone in the USA.
- ABD'de Pasifik Zaman Dilimi'nde yaşıyorum.
looking for a perfect job is a wild goose chase.
I like to have a deep conversation with a more academic person from time to time.
- Zaman zaman daha akademik biriyle detaylı bir konuşma yapmak istiyorum.
You should look after the children from time to time.
- Zaman zaman çocuklara bakmalısın.
Esperanto is surely an enormous waste of time!
- Esperanto kesinlikle çok büyük bir zaman kaybı!
In my opinion, Twitter is a waste of time.
- Bence Twitter bir zaman kaybıdır.
Tom hears from Mary every now and then.
- Tom zaman zaman Mary'den haber alır.
I fall asleep in the class every now and then.
- Zaman zaman sınıfta uyuyakalırım.
We've met on occasion.
- Biz zaman zaman buluştuk.
He reads detective stories on occasion.
- O, zaman zaman dedektif hikayeleri okur.
Şu sıralar BT sertifikasyonlarına çalışmaya çok vakit harcıyorum.
- Bu aralar IT sertifikasyonlarına çalışmak için epey zaman harcıyorum.
Nasıl vakit buluyor bilmiyorum.
- Buna nasıl zaman ayırıyor bilmiyorum.