yerinden

listen to the pronunciation of yerinden
التركية - الإنجليزية
unhitch
dislocating
yerinden etmek
displace
yerinden oynamaz
immovable
yer
location

I prefer a quieter, even boring, location for our next meeting. - Bir sonraki buluşmamız için daha sessiz, hatta sıkıcı bir yeri tercih ederim.

She asked about the location of the house. - O, evin yerini sordu.

yer
place

Put yourself in my place. - Kendini benim yerime koy.

You know many interesting places, don't you? - Çok enteresan yerler biliyorsun, değil mi?

yer
floor

I felt the floor shake. - Yerin sallandığını hissettim.

The police found some blood on the floor. - Polisler yerde biraz kan buldular.

yer
{i} ground

After the earthquake, people stared into the deep hole in the ground in surprise. - Depremin ardından, insanlar şaşkınlıkla yerdeki derin çukura baktılar.

The soldier lay injured on the ground. - Asker yerde yaralı yatıyordu.

yerinden atmak
dislodge
yerinden edilmiş
displace
yerinden edilmiş kişi
(Askeri) displaced person
yerinden kaldırmak
remove
yerinden kaymış disk
(Tıp) slipped disk
yerinden kaçma
(Mekanik) offset
yerinden oynamak
come loose
yerinden oynamak
come away
yerinden oynatma
(Mekanik) shift
yerinden oynatmak
dislocate
yerinden sökmek
pull out
yerinden sökmek
take out
yerinden sökülebilir
detachable
yerinden çıkarma
displace
yerinden çıkarma
dislocation
yerinden çıkarmak
unsettle
yerinden çıkarmak
disjoint
yerinden çıkartmak
dislodge
yerinden çıkartmak
displace
yerinden çıkmak
come loose
yerinden çıkmak
displace
yerinden çıkmak
dislocate
yerinden kopmak
To break over
yerinden oynatmak
budge
yerinden sıçramak
jump over
yerinden alınabilir
removable
yerinden alınamaz
unremovable
yerinden ayrılmak
to leave the place where one has been sitting or standing
yerinden eden
displacer
yerinden edilmiş
(Hukuk) displaced
yerinden edilmiş kişiler
(Hukuk) displaced persons
yerinden etme
displacement
yerinden etmek
oust
yerinden etmek
remove
yerinden etmek
relegate
yerinden etmek
unseat
yerinden fırlamak
(deyim) leap up
yerinden kalkmamak
keep one's seat
yerinden kımıldamamış
unmoved
yerinden olmak
lose one’s position
yerinden olmak
be displaced
yerinden olmak
lose one's place
yerinden olmak
lose one's position
yerinden olmak
lose one’s place
yerinden olmak
loose one's seat
yerinden olmuş
(Jeoloji) allochtone
yerinden olmuş
subrogated
yerinden oynamak
prolapse
yerinden oynatma
dislocation
yerinden sonradan bütçe
(Eğitim) ex-post budget
yerinden sökülerek temizlik
(Gıda) cleaning out of place
yerinden sıçratmak
give smb. a start
yerinden sıçratmak
give a start
yerinden yurdundan edilmiş
deterritorialized
yerinden yurdundan etmek
deterritorialize
yerinden yönetim
decentralization
yerinden çıkarma
removal
yerinden çıkarma
displacement
yerinden çıkarmak
bring to bay
yerinden çıkarmak
a) to displace b) to dislodge c) (kemik) to dislocate
yerinden çıkartma
dislodgement
yerinden çıkarılabilir
displaceable
yerinden çıkarılamaz
dislocatable
yerinden çıkma
dislodgement
yerinden çıkmak
work off
yerinden çıkmak
turn to bay
yerinden çıkmak
come away
yerinden çıkmaz
dislocatable
yerinden çıkmış
out of position
yerinden çıkmış (eklem vb)
dislocated
yerinden önceden bütçe
(Eğitim) ex-ante budget
yeri yerinden oynatmak
maffick
yer
spot

You're parked in my spot. - Benim yerime park ettin.

The police arrested the burglar on the spot. - Polisler hırsızı olay yerinde tutukladı.

yer
{i} terrain

Situated on hilly terrain, the cathedral can be seen from a long distance. - Tepelik arazide yer alan katedral uzun bir mesafeden görülebilir.

yer
{i} stand

Tom walked over to where Mary was standing. - Tom Mary'nin durduğu yere doğru yürüdü.

Tom couldn't see the lake from where he was standing. - Tom durduğu yerden gölü göremiyordu.

yer
(Bilgisayar) to
yer
{i} quarter

I eat dinner at quarter past seven. - Yediyi çeyrek geçe akşam yemeğini yerim.

yer
{i} where

His dog follows him wherever he goes. - Köpeği her yerde onu gittiği yerden takip eder.

Where there's smoke there's fire. - Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.

eklem yerinden ayırmak
disjoint
yer
(Bilgisayar) topo
yer
residence
yer
(Askeri) catchall
yer
housing
yer
trace

The police looked everywhere and couldn't find any trace of Tom. - Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili herhangi bir iz bulamadı.

The police looked everywhere and could find no trace of Tom. - Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili hiçbir iz bulamadı.

yer
(Havacılık) spool
yer
duty

I will do my duty to the best of my ability. - Görevimi yapabildiğim en iyi şekilde yerine getireceğim.

Try to fulfill your duty. - Görevini yerine getirmeye çalış.

yer
party

We need to rent a room for our party. - Bizim parti için bir yer kiralamalıyız.

Paul went to the party in place of his father. - Paul babasının yerine partiye gitti.

yer
bin

I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one. - Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.

yer
facility
yer
swatch
yer
venture
yer
point

Tom pointed to the ground. - Tom yere işaret etti.

Tom pointed to where Mary was standing. - Tom Mary'nin durduğu yeri gösterdi.

yer
feature
yer
(Bilgisayar) in
yer
terrane
yer
yard
yer
employment
yer
scar

She's out there somewhere alone and scared. - O orada bir yerde yalnız ve korkmuş.

The natives are scared of this place. - Yerliler buradan korkuyorlar.

yer
mark

On your marks, get set, go! - Yerlerinize... Hazır... Başla!

Markku joined the local football club. - Markku yerel futbol kulübüne katıldı.

yer
subterranean
yer
{i} whereabouts

We couldn't find out her whereabouts. - Onun bulunduğu yeri bulamadık.

Parents should monitor their children's whereabouts. - Anne ve babalar, çocuklarının bulunduğu yerleri izlemelidir.

yer
site

This site is ideal for our house. - Bu yer bizim ev için idealdir.

A visit to the city centre, listed as a UNESCO World Heritage Site, is a must. - Bir UNESCO Dünya Mirası Yeri olarak listelenen şehir merkezine bir ziyaret bir zorunluluktur.

yer
locality
yer
situs
yer
room

There was room for one person in the car. - Arabada bir kişilik yer vardı.

There is no room to doubt that he is a gifted artist. - Onun yetenekli bir sanatçı olduğundan şüphe etmeye yer yok.

yer
earth

Water covers about 70% of the earth. - Su, yeryüzünün yaklaşık %70'ini kaplamaktadır.

In the beginning God created the heaven and the earth. - Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.

yer
seat

I was ushered to my seat. - Beni yerime götürdüler.

Tom showed up early so he could get a good seat. - İyi bir yer alabilmek için Tom erken geldi.

yer
situation

If I were you, I would have done the same thing in such a difficult situation. - Yerinde olsam, böyle zor bir durumda aynı şeyi yaparım.

Why don't you actually consider your situation instead of just chancing it? - Sadece onu değiştirmek yerine, neden durumunu gerçekten düşünmüyorsun?

yer
abode
yer
the land
yer
{i} slot
yer
placing
yer
place of
Yer
(Tıp) locum
her yerinden
over

Tourists from all over the world come here. - Buraya dünyanın her yerinden turistler gelir.

People from all over the world say that English is difficult to learn. - Dünyanın her yerinden insanlar İngilizcenin öğrenmek için zor olduğunu söylüyorlar.

olay yerinden gelen ilk fotoğrafları kıymetlendirme raporu
(Askeri) hot photo interpretation report
organın yerinden kayması
prolapsus
organın yerinden kayması
prolapse
park yerinden çıkmak
pull out
uluslar arası alanda yerinden edilmiş kişiler
(Hukuk) Internationally displaced persons
yer
station

He took the video to a local TV station. - Bir yerel televizyon kanalı için video çekti.

Is her house anywhere near the station? - Onun evi istasyona yakın bir yerde mi?

yer
geo

George III has been unfairly maligned by historians. - George III, tarihçiler tarafından haksız yere kötü muamele gördü.

Georgia is his native state. - Gürcistan onun yerli devletidir.

yer
(a) seat; (a) room: Matine için iki yer ayırttım. I've reserved two seats for the matinée. Lokantada dört kişilik bir yer buldum. I found a table for four in the restaurant. Bu otelde boş yer yok. This hotel has no vacant rooms
yer
place; spot; position; location: Kandilli fevkalade güzel bir yer. Kandilli is an extraordinarily beautiful place. Senin yerin burası. This is your place./This is where you're to be. Eğlence yeri değil burası; ciddi bir işyeri. This isn't a place you come to in order to amuse yourself; it's a place where business is transacted in a serious way. Yerimde olsaydın ne yapardın? If you'd been in my shoes what would you have done? Feramuz Paşa'nın tarihteki yeri pek önemli sayılamaz. Feramuz Pasha's place in history cannot be reckoned an important one. Bu evin yeri hoşuma gidiyor. I like this house's location. Ağrının yerini daha iyi tarif edemez misiniz? Can't you describe more clearly where the pain is?
yer
mark (left by something): yara yeri scar left by a wound
yer
the earth, the ground: Yere düştü. He fell to the ground. Bütün parası yerde gömülü. All of his money is buried in the ground
yer
premises
yer
floor: Bebek yerde emekliyor. The baby's crawling on the floor. Yerler halı kaplıydı. The floors were covered with rugs
yer
place; location, spot, point; ground; floor; seat; space, room; situation, employment, duty; mark, scar, trace; earth
yer
platform
yer
locale
yer
space

Tom backed his car out of the parking space. - Tom arabasını park yerinden çıkardı.

I had to leave out this problem for lack of space. - Yer yokluğu yüzünden bu sorunu atlamak zorunda kaldım.

yer
standing

Tom pointed to where Mary was standing. - Tom Mary'nin durduğu yeri gösterdi.

Tom couldn't see the lake from where he was standing. - Tom durduğu yerden gölü göremiyordu.

yer
area

This area was first settled by the Dutch more than two hundred years ago. - Bu araziye ilk olarak iki yüzyıldan uzun bir süre önce Hollandalılar tarafından yerleşildi.

I live in a remote area. - Uzak bir yerde yaşıyorum.

yer
mother earth
yer
terrain, region, area
yer
space, room: Otobüsün arka tarafında yer yok. There's no room in the back of the bus
yer
(Askeri) geolocation code file; standard specified geographic location file
yer
importance, place of importance: Bu maddenin sanayideki yeri yadsınamaz. It can't be denied that this material is of importance for industry
yer
post

Instead of posting here, use Twitter. - Buraya posta gönderme yerine Twitter'ı kullan.

In the post office, mail is classified according to the place where it is to go. - Postanede, posta gideceği yere göre sınıflandırılır.

yer
glebe
yer
terraneous
yer
the earth, the planet earth
yer
position

All the players were in position. - Bütün oyuncular yerlerindeydi.

Put yourself in my position. - Kendini benim yerime koy.

yer
stead

The president did not come, but sent the vice-president in his stead. - Başkan gelmedi ama, yerine başkan yardımcısını gönderdi.

If you can't come, send someone in your stead. - Eğer gelemiyorsan senin yerine birini gönder.

yer
locus
yer
ubiety; pew
yer
place, position (of employment)
yer
footing
yer
passage or part (of something written or spoken): Söylevimin bu yeri alkışlanmaya değer, değil mi? This part of my speech merits applause, doesn't it?
yer
piece of land, piece of property: Kalamış'ta bir yer aldık. We bought a piece of property in Kalamış
yer
lampoon

It's easy to lampoon their ideas now, but they seemed quite reasonable at the time. - Şu an onların fikirlerini yermek kolay, fakat onlar o zaman epey haklı göründü.

yer
billet
yer
whither
yer
{i} ubiety
yer
whence
الإنجليزية - الإنجليزية

تعريف yerinden في الإنجليزية الإنجليزية القاموس.

yer
you

'Still, yer got nice looks,' said Ella.

yer
yeah; yes
yer
your

'Make yer way down to the station,' he said.

yer
you're

Yer a lotta nosey parkers.

yer
Yer is used in written English to represent the word `you' when it is pronounced informally. I bloody told yer it would sell. your or you
yer
Ere; before
yer
pron. (Informal) your
yer
{e} ere; before (Archaic)
yer
Yer is used in written English to represent the word `your' when it is pronounced informally. Mister, can we 'elp to carry yer stuff in?
التركية - التركية

تعريف yerinden في التركية التركية القاموس.

YERİNDEN YÖNETİM
(Hukuk) Ademi merkeziyet
yerinden yönetim
Merkezî yönetimin bazı hak ve yetkilerinin bölgesel yönetimlerce kullanılması, ademimerkeziyet
Yer
nokta
Yer
(Hukuk) MAHAL
Yer
(Osmanlı Dönemi) RİMM
Yer
(Osmanlı Dönemi) MEVKİ'
Yer
(Osmanlı Dönemi) HAYYİZ
Yer
yan
Yerinden yönetim
ademimerkeziyet
yer
Herhangi bir şeye, bir işe ayrılmış bölüm veya alan
yer
Bulunulan, yaşanılan, oturulan şehir, kasaba, mahalle
yer
Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân: "İzinsiz bir yere gitmek ne haddime?"- M. Ş. Esendal
yer
Gezinilen, ayakla basılan taban
yer
Yer yuvarı, yerküre, dünya
yer
Bulunulan, yaşanılan, oturulan şehir, kasaba, mahalle: "Anadolu'nun bazı yerlerinde eski bir kocakarı itikadı vardır."- R. N. Güntekin
yer
Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân
yer
Durum, konum
yer
Ülke, bölge
yer
Önem
yer
Durum, konum, vaziyet
yer
Durum, konum, vaziyet. Ülke, bölge
yer
Sinema ve tiyatroda veya taşıtlarda oturulacak koltuk, sandalye
yer
Gezinilen, ayakla basılan taban: "Ayıp bir şey gördü mü kulaklarına kadar kızarıyor, gözünü yerde bir noktaya dikip öylece kalakalıyordu."- H. Taner
yer
Görev, makam
yer
Görev, makam: "Askerden gelirse bakalım bir yere yerleştirebilecek miyiz?"- M. Ş. Esendal. Önem
yer
Ekime elverişli toprak parçası, arazi
yer
İz
yer
Üzerine yapı kurulmaya elverişli arazi, arsa
yer
Otel, motel vb.nde kalınacak oda
yer
Sinema ve tiyatroda veya taşıtlarda oturulacak koltuk, sandalye: "Ön tarafta bir yer bulup oturunca kurnazlığına pek sevindi."- H. Taner
yer
Bir olayın geçtiği veya geçeceği bölüm, alan, mahal
yer
Herhangi bir şeye, bir işe ayrılmış bölüm veya alan. İz. Üzerine yapı kurulmaya elverişli arazi, arsa
yer
(Osmanlı Dönemi) mekân
yerinden
المفضلات