yerer

listen to the pronunciation of yerer
التركية - الإنجليزية
takes place
Third-person singular simple present indicative form of take place
yer
location

Show me the location of your camp on this map. - Bana bu haritada kampınızın yerini gösterin.

Every year I find myself at a different location. - Her yıl kendimi farklı bir yerde buluyorum.

yer
place

Put yourself in my place. - Kendini benim yerime koy.

I don't think television will take the place of books. - Televizyonun, kitapların yerini alacağını sanmıyorum.

yer
floor

I spilled egg on the floor. - Yumurtayı yere döktüm.

The police found some blood on the floor. - Polisler yerde biraz kan buldular.

yer
{i} ground

The soldier lay injured on the ground. - Asker yerde yaralı yatıyordu.

I tripped over a stone and fell to the ground. - Bir taşa takıldım ve yere düştüm.

yer
spot

You're parked in my spot. - Benim yerime park ettin.

Tom parked in his usual spot. - Tom her zamanki yerine parketti.

yer
{i} terrain

Situated on hilly terrain, the cathedral can be seen from a long distance. - Tepelik arazide yer alan katedral uzun bir mesafeden görülebilir.

yer
{i} stand

I can see the tower from where I stand. - Durduğum yerden kuleyi görebiliyorum.

Stand where you are or I'll kill you. - Olduğun yerde kal yoksa seni öldürürüm.

yer
(Bilgisayar) to
yer
{i} quarter

I eat dinner at quarter past seven. - Yediyi çeyrek geçe akşam yemeğini yerim.

yer
{i} where

Nagasaki, where I was born, is a beautiful port city. - Doğduğum yer olan Nagasaki, güzel bir liman kentidir.

Stratford-on-Avon, where Shakespeare was born, is visited by many tourists every year. - Shakespeare'in doğduğu yer, Stratford-on-Avon, her yıl bir sürü turist tarafından ziyaret edilir.

yer
(Bilgisayar) topo
yer
residence
yer
(Askeri) catchall
yer
housing
yer
trace

The police looked everywhere and couldn't find any trace of Tom. - Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili herhangi bir iz bulamadı.

This security system allows us to trace employees movements anywhere they go. - Bu güvenlik sistemi çalışanların hareketlerini gittikleri yerde izlemelerine izin verir.

yer
(Havacılık) spool
yer
duty

I will do my duty to the best of my ability. - Görevimi yapabildiğim en iyi şekilde yerine getireceğim.

Come what may, we must do our duty. - Ne olursa olsun vazifemizi yerine getirmeliyiz.

yer
party

I'm really glad you decided to come to our party instead of staying at home. - Evde kalma yerine partimize gelmenize karar verdiğinize gerçekten memnun oldum.

The floor was strewn with party favors: torn noisemakers, crumpled party hats, and dirty Power Ranger plates. - Yer partiden kalanlar yüzünden dağınıktı: Yırtık gürültüyapıcılar, kırışık parti şapkaları, ve kirli Power Ranger tabakları.

yer
bin

I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one. - Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.

yer
facility
yer
swatch
yer
venture
yer
point

His speech was to the point. - Onun konuşması tam yerindeydi.

Tom pointed to where Mary was standing. - Tom Mary'nin durduğu yeri gösterdi.

yer
feature
yer
(Bilgisayar) in
yer
terrane
yer
yard
yer
employment
yer
scar

This is a very scary place. - Bu çok korkutucu bir yer.

The natives are scared of this place. - Yerliler buradan korkuyorlar.

yer
mark

On your marks, get set, go! - Yerlerinize... Hazır... Başla!

Is there anywhere I can go to find a flea market? - Herhangi bir yerde gidebileceğim bir bit pazarı var mı?

yer
subterranean
yer
{i} whereabouts

We have no idea about his whereabouts. - Onun bulunduğu yer hakkında hiç bir fikrimiz yok.

We couldn't find out her whereabouts. - Onun bulunduğu yeri bulamadık.

yer
site

Dan sent the machines to a site where they would be dismantled. - Dan makineleri sökülecekleri bir yere gönderdi.

The investigators gathered evidence from the crash site. - Araştırmacılar kaza yerinden delil topladılar.

yer
locality
yer
situs
yer
room

There is no room to doubt that he is a gifted artist. - Onun yetenekli bir sanatçı olduğundan şüphe etmeye yer yok.

Is there any room to spare in your car? - Arabanızda ayıracak yer var mı?

yer
earth

The earth is where we all live. - Dünya hepimizin yaşadığı yerdir.

In the beginning God created the heaven and the earth. - Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.

yer
seat

The paint on the seat on which you are sitting is still wet. - Oturduğun yerdeki boya hâlâ yaştır.

Tom saved Mary a seat. - Tom Mary'ye bir yer ayırdı.

yer
situation

If I were you, I would have done the same thing in such a difficult situation. - Yerinde olsam, böyle zor bir durumda aynı şeyi yaparım.

Why don't you actually consider your situation instead of just chancing it? - Sadece onu değiştirmek yerine, neden durumunu gerçekten düşünmüyorsun?

yer
abode
yer
the land
yer
{i} slot
yer
placing
yer
place of
Yer
(Tıp) locum
yer
station

Is her house anywhere near the station? - Onun evi istasyona yakın bir yerde mi?

There is a large parking lot in front of the station. - İstasyonun önünde büyük bir park yeri vardır.

yer
geo

George III has been unfairly maligned by historians. - George III, tarihçiler tarafından haksız yere kötü muamele gördü.

Georgia is his native state. - Gürcistan onun yerli devletidir.

yer
(a) seat; (a) room: Matine için iki yer ayırttım. I've reserved two seats for the matinée. Lokantada dört kişilik bir yer buldum. I found a table for four in the restaurant. Bu otelde boş yer yok. This hotel has no vacant rooms
yer
place; spot; position; location: Kandilli fevkalade güzel bir yer. Kandilli is an extraordinarily beautiful place. Senin yerin burası. This is your place./This is where you're to be. Eğlence yeri değil burası; ciddi bir işyeri. This isn't a place you come to in order to amuse yourself; it's a place where business is transacted in a serious way. Yerimde olsaydın ne yapardın? If you'd been in my shoes what would you have done? Feramuz Paşa'nın tarihteki yeri pek önemli sayılamaz. Feramuz Pasha's place in history cannot be reckoned an important one. Bu evin yeri hoşuma gidiyor. I like this house's location. Ağrının yerini daha iyi tarif edemez misiniz? Can't you describe more clearly where the pain is?
yer
mark (left by something): yara yeri scar left by a wound
yer
the earth, the ground: Yere düştü. He fell to the ground. Bütün parası yerde gömülü. All of his money is buried in the ground
yer
premises
yer
floor: Bebek yerde emekliyor. The baby's crawling on the floor. Yerler halı kaplıydı. The floors were covered with rugs
yer
place; location, spot, point; ground; floor; seat; space, room; situation, employment, duty; mark, scar, trace; earth
yer
platform
yer
locale
yer
space

I had to leave out this problem for lack of space. - Yer yokluğu yüzünden bu sorunu atlamak zorunda kaldım.

In the U.S., there are more prisoners than there is jail space for them. So the prisons are overcrowded. - Amerika'da hapishanede mahkumlar için ayrılan yer mahkumlara yeterli değildir.Bu yüzden hapishaneler çok kalabalıktır.

yer
standing

We're out of chairs. Would you mind eating while standing up? - Sandalyemiz yok. Ayakta dururken yer misin?

There was standing room only in the Regional Express to Nuremberg. - Sadece, Nürnberg Bölgesel Ekspres treninde ayakta duracak yer vardı.

yer
area

All the seating areas are taken. - Tüm oturma yerleri tutulmuş.

This area was first settled by the Dutch more than two hundred years ago. - Bu araziye ilk olarak iki yüzyıldan uzun bir süre önce Hollandalılar tarafından yerleşildi.

yer
mother earth
yer
terrain, region, area
yer
space, room: Otobüsün arka tarafında yer yok. There's no room in the back of the bus
yer
(Askeri) geolocation code file; standard specified geographic location file
yer
importance, place of importance: Bu maddenin sanayideki yeri yadsınamaz. It can't be denied that this material is of importance for industry
yer
post

Instead of coming directly home, I took the long way and stopped by the post office. - Doğrudan eve gelme yerine uzun bir yol yürüdüm ve postanenin yanında durdum.

Instead of posting here, use Twitter. - Buraya posta gönderme yerine Twitter'ı kullan.

yer
glebe
yer
terraneous
yer
the earth, the planet earth
yer
position

All the players were in position. - Bütün oyuncular yerlerindeydi.

Were I in your position, I would do it at once. - Yerinde olsam, onu derhal yaparım.

yer
stead

If you can't come, send someone in your stead. - Eğer gelemiyorsan senin yerine birini gönder.

The president did not come, but sent the vice-president in his stead. - Başkan gelmedi ama, yerine başkan yardımcısını gönderdi.

yer
locus
yer
ubiety; pew
yer
place, position (of employment)
yer
footing
yer
passage or part (of something written or spoken): Söylevimin bu yeri alkışlanmaya değer, değil mi? This part of my speech merits applause, doesn't it?
yer
piece of land, piece of property: Kalamış'ta bir yer aldık. We bought a piece of property in Kalamış
yer
lampoon

It's easy to lampoon their ideas now, but they seemed quite reasonable at the time. - Şu an onların fikirlerini yermek kolay, fakat onlar o zaman epey haklı göründü.

yer
billet
yer
whither
yer
{i} ubiety
yer
whence
الإنجليزية - الإنجليزية

تعريف yerer في الإنجليزية الإنجليزية القاموس.

yer
you

'Still, yer got nice looks,' said Ella.

yer
yeah; yes
yer
your

'Make yer way down to the station,' he said.

yer
you're

Yer a lotta nosey parkers.

yer
Yer is used in written English to represent the word `you' when it is pronounced informally. I bloody told yer it would sell. your or you
yer
Ere; before
yer
pron. (Informal) your
yer
{e} ere; before (Archaic)
yer
Yer is used in written English to represent the word `your' when it is pronounced informally. Mister, can we 'elp to carry yer stuff in?
التركية - التركية
(Osmanlı Dönemi) Katı ve sert nesne
Yer
nokta
Yer
(Hukuk) MAHAL
Yer
(Osmanlı Dönemi) RİMM
Yer
(Osmanlı Dönemi) MEVKİ'
Yer
(Osmanlı Dönemi) HAYYİZ
Yer
yan
yer
Herhangi bir şeye, bir işe ayrılmış bölüm veya alan
yer
Bulunulan, yaşanılan, oturulan şehir, kasaba, mahalle
yer
Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân: "İzinsiz bir yere gitmek ne haddime?"- M. Ş. Esendal
yer
Gezinilen, ayakla basılan taban
yer
Yer yuvarı, yerküre, dünya
yer
Bulunulan, yaşanılan, oturulan şehir, kasaba, mahalle: "Anadolu'nun bazı yerlerinde eski bir kocakarı itikadı vardır."- R. N. Güntekin
yer
Bir şeyin, bir kimsenin kapladığı veya kaplayabileceği boşluk, mahal, mekân
yer
Durum, konum
yer
Ülke, bölge
yer
Önem
yer
Durum, konum, vaziyet
yer
Durum, konum, vaziyet. Ülke, bölge
yer
Sinema ve tiyatroda veya taşıtlarda oturulacak koltuk, sandalye
yer
Gezinilen, ayakla basılan taban: "Ayıp bir şey gördü mü kulaklarına kadar kızarıyor, gözünü yerde bir noktaya dikip öylece kalakalıyordu."- H. Taner
yer
Görev, makam
yer
Görev, makam: "Askerden gelirse bakalım bir yere yerleştirebilecek miyiz?"- M. Ş. Esendal. Önem
yer
Ekime elverişli toprak parçası, arazi
yer
İz
yer
Üzerine yapı kurulmaya elverişli arazi, arsa
yer
Otel, motel vb.nde kalınacak oda
yer
Sinema ve tiyatroda veya taşıtlarda oturulacak koltuk, sandalye: "Ön tarafta bir yer bulup oturunca kurnazlığına pek sevindi."- H. Taner
yer
Bir olayın geçtiği veya geçeceği bölüm, alan, mahal
yer
Herhangi bir şeye, bir işe ayrılmış bölüm veya alan. İz. Üzerine yapı kurulmaya elverişli arazi, arsa
yer
(Osmanlı Dönemi) mekân
yerer
المفضلات