Tom walked over to where Mary was.
- Tom Mary'nin olduğu yere yürüdü.
I tripped over a stone and fell to the ground.
- Bir taşa takıldım ve yere düştüm.
Show me the location of your camp on this map.
- Bana bu haritada kampınızın yerini gösterin.
Please tell me your location.
- Lütfen bana bulunduğunuz yeri bildirin.
In Germany today, anti-violence rallies took place in several cities, including one near Hamburg where three Turks were killed in an arson attack on Monday.
- Bugün Almanya'da, Pazartesi günü kundaklamada üç Türk'ün öldürüldüğü Hamburg'un yakınında bir yer de dahil birçok şehirde şiddet karşıtı mitingler gerçekleşti.
I don't think television will take the place of books.
- Televizyonun, kitapların yerini alacağını sanmıyorum.
I felt the floor shake.
- Yerin sallandığını hissettim.
The police found some blood on the floor.
- Polisler yerde biraz kan buldular.
After the earthquake, people stared into the deep hole in the ground in surprise.
- Depremin ardından, insanlar şaşkınlıkla yerdeki derin çukura baktılar.
In an earthquake, the ground can shake up and down, or back and forth.
- Bir depremde, yer yukarı ve aşağı ya da geriye ve ileriye sallanabilir.
Tom has a tendency to misplace things.
- Tom'un şeyleri yanlış yere koymak gibi bir eğilimi var.
The eagle is about to land.
- Kartal yere inmek üzere.
We had to put down the dog.
- Köpeği yere koymak zorundaydık.
What's your favorite vacation spot?
- Favori tatil yerin nedir?
You're parked in my spot.
- Benim yerime park ettin.
Situated on hilly terrain, the cathedral can be seen from a long distance.
- Tepelik arazide yer alan katedral uzun bir mesafeden görülebilir.
Tom couldn't see the lake from where he was standing.
- Tom durduğu yerden gölü göremiyordu.
I can see the tower from where I stand.
- Durduğum yerden kuleyi görebiliyorum.
He tried to make his wife happy, but in vain.
- Karısını mutlu etmeye çalıştı fakat boş yere.
They attempted in vain to bribe the witness.
- Boş yere tanığa rüşvet vermeye yeltendiler.
I eat dinner at quarter past seven.
- Yediyi çeyrek geçe akşam yemeğini yerim.
Where there's smoke there's fire.
- Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
Stratford-on-Avon, where Shakespeare was born, is visited by many tourists every year.
- Shakespeare'in doğduğu yer, Stratford-on-Avon, her yıl bir sürü turist tarafından ziyaret edilir.
The police looked everywhere and could find no trace of Tom.
- Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili hiçbir iz bulamadı.
This security system allows us to trace employees movements anywhere they go.
- Bu güvenlik sistemi çalışanların hareketlerini gittikleri yerde izlemelerine izin verir.
Come what may, we must do our duty.
- Ne olursa olsun vazifemizi yerine getirmeliyiz.
You must fulfill your duty.
- Görevini yerine getirmelisin.
We need to rent a room for our party.
- Bizim parti için bir yer kiralamalıyız.
I'm really glad you decided to come to our party instead of staying at home.
- Evde kalma yerine partimize gelmenize karar verdiğinize gerçekten memnun oldum.
I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
- Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
Tom pointed to the ground.
- Tom yere işaret etti.
His speech was to the point.
- Onun konuşması tam yerindeydi.
This is a very scary place.
- Bu çok korkutucu bir yer.
She's out there somewhere alone and scared.
- O orada bir yerde yalnız ve korkmuş.
Markku joined the local football club.
- Markku yerel futbol kulübüne katıldı.
Open-air markets sell food grown on local farms.
- Açık hava pazarları yerel çiftliklerde yetiştirilen gıdaları satar.
I don't know his whereabouts.
- Onun bulunduğu yeri bilmiyorum.
Parents should monitor their children's whereabouts.
- Anne ve babalar, çocuklarının bulunduğu yerleri izlemelidir.
Dan sent the machines to a site where they would be dismantled.
- Dan makineleri sökülecekleri bir yere gönderdi.
The investigators gathered evidence from the crash site.
- Araştırmacılar kaza yerinden delil topladılar.
You must make room for the television.
- Televizyon için yer açmalısın.
She made room for an old lady.
- O yaşlı bir bayana yer açtı.
In the beginning God created the heaven and the earth.
- Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.
Water covers about 70% of the earth.
- Su, yeryüzünün yaklaşık %70'ini kaplamaktadır.
Tom saved Mary a seat.
- Tom Mary'ye bir yer ayırdı.
The paint on the seat on which you are sitting is still wet.
- Oturduğun yerdeki boya hâlâ yaştır.
If I were you, I would have done the same thing in such a difficult situation.
- Yerinde olsam, böyle zor bir durumda aynı şeyi yaparım.
Why don't you actually consider your situation instead of just chancing it?
- Sadece onu değiştirmek yerine, neden durumunu gerçekten düşünmüyorsun?
Tom can't afford to eat at that kind of restaurant so let's go somewhere else.
- Tom o tür bir restoranda yemek yemeği göze alamaz bu yüzden başka bir yere gidelim.
We have to go somewhere else.
- Başka bir yere gitmemiz gerekiyor.
I must have parked my car elsewhere.
- Arabamı başka yere park etmiş olmalıyım.
Take your business elsewhere.
- İşini başka yere götür.
You can put it anywhere.
- Onu herhangi bir yere koyabilirsin.
Tom doesn't have to go anywhere.
- Tom herhangi bir yere gitmek zorunda değildir.
We have to draw a line somewhere.
- Bir yere bir sınır koymalıyız.
I want to go somewhere in Europe.
- Avrupa'da bir yere gitmek istiyorum.
Tom shouldn't be unduly concerned.
- Tom boş yere endişeli olmamalı.
In order to be easily understood, a sentence should not be unnecessarily complicated.
- Kolayca anlaşılması için bir cümle gereksiz yere karmaşık olmamalı.
Some parents worry unnecessarily about their children.
- Bazı ana babalar çocukları hakkında gereksiz yere endişelenirler.
Why worry needlessly?
- Neden gereksiz yere endişe ediyorsun?
'Still, yer got nice looks,' said Ella.
'Make yer way down to the station,' he said.
Yer a lotta nosey parkers.