yalnızca

listen to the pronunciation of yalnızca
التركية - الإنجليزية
merely

All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages. - Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.

Optimism is merely a lack of information. - İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.

solely

They need to be able to irrigate without relying solely on rain. - Onların yalnızca yağmura bağımlı olmaksızın toprağı sulayabilmeye ihtiyaçları var.

Empirical data is based solely on observation. - Ampirik veriler yalnızca gözleme dayanır.

just

I just got here this morning. - Bu sabah buraya yalnızca ben geldim.

Some read books just to pass time. - Bazıları yalnızca zaman geçsin diye kitap okurlar.

only

I only study in the library. - Yalnızca kütüphanede çalışırım.

Only a few people showed up on time. - Yalnızca birkaç kişi vaktinde geldi.

alone, on one's own; merely, only
solo
but

She can speak not only English but also French. - Yalnızca İngilizce değil, Fransızca da konuşabiliyor.

Mariko studied not only English but also German. - Marko yalnızca İngilizce değil Almanca da okudu.

nothing else
nothing but

Do you swear to tell the truth and nothing but the truth? - Gerçeği ama yalnızca gerçeği söyleyeceğinize yemin eder misiniz?

It was nothing but coincidence. - Bu yalnızca tesadüftü.

purely

In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric. - Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.

I've decided to contribute Spanish sentences purely all this month. - Bu ay boyunca yalnızca İspanyolca cümle eklemeye karar verdim.

alone, by oneself
exclusively
mere

Optimism is merely a lack of information. - İyimserlik yalnızca bir bilgi eksikliğidir.

All the world is a stage, and all the men and women merely players. They have their exits and their entrances, and one man in his time plays many parts, his acts being seven ages. - Tüm dünya bir sahnedir, insanlar da yalnızca birer oyuncu. Sahneye girer, çıkarlar ve zamanları boyunca yedi dönemden oluşan birçok oyun sergilerler.

on one's own
pure and simple
outright
elderly
match
none but
yalnızca içerik
(Bilgisayar) contents only
yalnızca özet
(Bilgisayar) summary only
yalnızca ünvanı olan kimse
titular
التركية - التركية
Yalnız olarak
Tek başına
Tek başına: "Ona vefasızlıkta biraz düşünceli davranmayı yararlı buluyor, yalnızca bulduklarında yeni başkana pek uysal davranıyorlardı."- M. Ş. Esendal
Belli durumun, şartın veya işin dışına çıkmaksızın, ancak, salt, sadece