تعريف yaşama في التركية الإنجليزية القاموس.
- living; survival
- living
She is used to living alone.
- Yalnız yaşamaya alışkın.
I like living with you.
- Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum.
- exist
If it wasn't for alcohol, none of us would exist.
- Eğer alkol olmasa, hiç birimiz yaşamayız.
Some Westerners no longer believe that their soul exists and that they have eternal life.
- Bazı Batılılar ruhlarının var olduğuna ve sonsuz yaşama sahip olduklarına artık inanmıyorlar.
- survival
Fear is essential for survival.
- Korku yaşamak için gereklidir.
Caribou can see ultraviolet light. This ability is crucial to their survival in a harsh Arctic environment.
- Caribou ultraviyole ışığı görebilir. Bu yetenek sert Arktik ortamda yaşamaları için hayati önem taşımaktadır.
- (Ticaret) subsistence
- yaşamak
- live
He will have lived here for ten years by the end of next month.
- Gelecek ayın sonunda on yıldır burada yaşamakta olacak.
You must eat to live. You must not live to eat.
- Yaşamak için yemelisin.Yemek için yaşamamalısın.
- yaşama gücü
- vitality
- yaşama coşkusu
- zest for life
- yaşama döndürmek
- resurrect
- yaşama döndürmek
- resuscitate
- yaşama döndürmek
- bestow hand on smb
- yaşama döndürmek
- restore smb. to life
- yaşama gücü
- vigor
- yaşama gücü
- vigour [Brit.]
- yaşama gücü
- stamina
- yaşama sıkı sıkı sarılma
- tenacity of life
- yaşama sımsıkı sarılmış
- tenacious of life
- yaşama yüzdesi
- survival percent
- yaşamak
- experience
I don't want to go through another experience like that.
- Böyle başka bir deneyim yaşamak istemiyorum.
Fadil wanted to experience that type of life.
- Fadıl o türde hayat yaşamak istiyordu.
- ot gibi yaşama
- vegetation
- yaşa
- {f} live
Mike has a friend who lives in Chicago.
- Mike'ın Şikago'da yaşayan bir arkadaşı var.
Nobody lives in this house.
- Bu evde hiç kimse yaşamıyor.
- yaşamak
- dwell
- yaşamak
- affect
- yaşamak
- exist
I'm sick of this hand-to-mouth existence.
- Kıt kanaat yaşamaktan usandım.
- yaşamak
- to live; to exist; to inhabit, to dwell, to live; to experience, to live through; to lead a life of luxury, to lead a carefre life
- yaşamak
- {f} subsist
- beklenen yaşama süresi
- life expectancy
- birlikte yaşama
- living together
- birlikte yaşama
- cohabiting
- yaşamak
- live through
- yaşa
- {f} living
She is used to living alone.
- Yalnız yaşamaya alışkın.
I like living with you.
- Seninle yaşamaktan hoşlanıyorum.
- yaşamak
- shift
- yaşamak
- come through
- yaşamak
- abide
- yaşamak
- know
Tom doesn't know where Mary wants to live.
- Tom, Mary'nin nerede yaşamak istediğini bilmiyor.
Tom didn't know where Mary wanted to live.
- Tom, Mary'nin nerede yaşamak istediğini bilmiyordu.
- apartman dairesinde yaşama
- cliff dwelling
- barış içinde bir arada yaşama ilkesi
- (Hukuk) peaceful coexistence
- başkasının sırtından yaşama
- dependence
- başkasının sırtından yaşama
- dependance
- beraber yaşama
- cohabitation
- bir arada yaşama
- coexistence
- birlikte yaşama
- common marriage
- birlikte yaşama
- concubinage
- birlikte-yaşama
- (Jeoloji) mutualism
- daha uzun yaşama
- survival
- dost hayatı yaşama
- (Kanun) living in adultery
- evlenmeden beraber yaşama
- cohabitation
- evlenmeden birlikte yaşama
- free love
- iyi yaşama
- good living
- kayalıklarda yaşama
- cliff dwelling
- köyde yaşama
- rustication
- muhtemel yaşama müddeti
- (Ticaret) probable life
- sürgünde yaşama
- exile
- sürü halinde yaşama
- gregariousness
- toplumdan uzak yaşama
- seclusion
- vahşi yaşama geri dönmüş
- (hayvan) feral
- yaşa
- huzza
- yaşa
- Hurray!, Hooray!
- yaşa
- cheers
- yaşa
- long live
Long live the Soviet Union!
- Çok yaşa Sovyetler Birliği!
Long live the Tatoeba Project!
- Çok yaşa Tatoeba Projesi!
- yaşa
- viva
- yaşa
- whoopee
- yaşa
- hurray
Hurray! I have found it!
- Yaşasın! Ben onu buldum!
- yaşa
- hooray
- yaşa
- hurrah
- yaşa
- know
They don't know what difficulties Tom went through in his youth.
- Onlar, Tom'un gençliğinde hangi zorlukları yaşadığını bilmiyorlar.
Did you know that some foxes lived on this mountain?
- Bazı tilkilerin bu dağda yaşadığını biliyor muydun?
- yaşa
- inhabit
In this country, most of the inhabitants are Sunni Muslims.
- Bu ülkede yaşayanların çoğu Sünni Müslümandır.
Animals inhabit the forest.
- Hayvanlar ormanda yaşar.
- yaşa
- subsist
- yaşamak
- taste
- yaşamak
- Well done!/Good for you! Yaşadık! We're in clover!/We've got it made!
- yaşamak
- to live in, inhabit
- yaşamak
- to have, experience, or enjoy (a period of time, spell of weather): Savaş yıllarını yaşadılar. They experienced the war years. Güzel bir sonbahar yaşıyoruz. We're enjoying a beautiful fall
- yaşamak
- Hurrah!/Hurray!/Bravo!
- yaşamak
- to live well, enjoy life; to live in clover, have it made. Yaşa!
- yaşamak
- inhabit
- yaşamak
- Thanks a lot!/Thanks a million!
- yaşamak
- to live on (a certain amount of money, food, etc.)
- çıplak yaşama öğretisi
- nudism