yaşa

listen to the pronunciation of yaşa
التركية - الإنجليزية
huzza
Hurray!, Hooray!
cheers
long live

Long live the brotherhood of all peoples. - Yaşasın tüm halkların kardeşliği.

Long live the Soviet Union! - Çok yaşa Sovyetler Birliği!

viva
whoopee
hurray

Hurray! I have found it! - Yaşasın! Ben onu buldum!

hooray
hurrah
{f} live

Nobody lives in this house. - Bu evde hiç kimse yaşamıyor.

Please tell me where you will live. - Lütfen bana nerede yaşayacağını söyle.

{f} living

She is used to living alone. - Yalnız yaşamaya alışkın.

I think that our living together has influenced your habits. - Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi.

know

We love our mother almost without knowing it, without feeling it, as it is as natural as to live. - Biz neredeyse bilmeden, hissetmeden annemiz severiz, çünkü o yaşamak kadar doğaldır.

They don't know what difficulties Tom went through in his youth. - Onlar, Tom'un gençliğinde hangi zorlukları yaşadığını bilmiyorlar.

inhabit

The region has never been inhabited by people. - Bölgede insanlar hiç yaşamadı.

Animals inhabit the forest. - Hayvanlar ormanda yaşar.

subsist
yaş
age

At the age of six he had learned to use the typewriter and told the teacher that he did not need to learn to write by hand. - Altı yaşında o, daktiloyu kullanmayı öğrendi ve öğretmenine el ile yazmayı öğrenmesine gerek kalmadığını söyledi.

He has a son of your age. - Senin yaşında bir oğlu var.

yaş
wet

I wet the bed until I was ten years old. - Ben on yaşına kadar yatağı ıslatırdım.

The paint on the seat on which you are sitting is still wet. - Oturduğun yerdeki boya hâlâ yaştır.

yaşa dayalı ölüm
(Denizbilim) age specific mortality
yaşa göre av
(Denizbilim) catch-at-age
yaş
humid
çok yaşa
bless you!
yaş
dank
padişahım çok yaşa
Long live the sultan
yaş
sappy
yaş
year; winter
yaş
{i} year

When Justin Bieber started his music career, he was fourteen years old. - Justin Bieber müzik kariyerine başladığında on dört yaşındaydı.

I learned to play guitar when I was ten years old. - On yaşındayken gitar çalmayı öğrendim.

çok yaşa
God bless you
çok yaşa
viva
yaş
fresh

That fish lives in fresh water. - O balık tatlı suda yaşar.

Fish like carp and trout live in fresh water. - Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşamaktadır.

yaş
(Gıda) moisture
yaş
vintage
Yaşa!
Hear hear!
yaş
new

John lives in New York. - John New York'ta yaşar.

Older people are often afraid of trying new things. - Yaşlı insanlar sık sık yeni şeyleri denemekten korkarlar.

yaş
young

Sam is two years younger than Tom. - Sam Tom'dan iki yaş küçük.

She is five years younger than me. - O, benden beş yaş küçük.

yaş
in age
çok yaşa
(God) bless you!
çok yaşa
(May) God bless you
akılınla bin yaşa!
You're really thinking today! (said sarcastically to the author of an idea one finds absurd)
bin yaşa
May you live a thousand years!/Long life to you!
yaş
damp; moist
yaş
slang bad, rough, tough
yaş
slang alcohol, liquor, booze
yaş
tears (in a person's eyes): bir damla yaş a tear
yaş
fresh (fruit) (as opposed to dried)
yaş
tear

This song is so moving that it brings tears to my eyes. - Bu şarkı o kadar acıklı ki gözlerimi yaşarttı.

She called out to him, with tears running down her cheeks. - Yanaklarından süzülen yaşlarla ona seslendi.

yaş
clammy
yaş
time of life

The best time of life is when we are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğumuz zamandır.

The best time of life is when you are young. - Yaşamın en iyi zamanı genç olduğun zamandır.

yaş
unseasoned
Çok yaşa!
Bless you!; Viva!
çok yaşa!
1. Bless you!/Gesundheit! (said when someone has sneezed). 2. Bless you! (said to someone with whom one is highly pleased)
yaşa
المفضلات