Long live the brotherhood of all peoples.
- Yaşasın tüm halkların kardeşliği.
Long live the Soviet Union!
- Çok yaşa Sovyetler Birliği!
Hurray! I have found it!
- Yaşasın! Ben onu buldum!
Nobody lives in this house.
- Bu evde hiç kimse yaşamıyor.
Please tell me where you will live.
- Lütfen bana nerede yaşayacağını söyle.
She is used to living alone.
- Yalnız yaşamaya alışkın.
I think that our living together has influenced your habits.
- Sanırım birlikte yaşamamız senin alışkanlıklarını etkiledi.
We love our mother almost without knowing it, without feeling it, as it is as natural as to live.
- Biz neredeyse bilmeden, hissetmeden annemiz severiz, çünkü o yaşamak kadar doğaldır.
They don't know what difficulties Tom went through in his youth.
- Onlar, Tom'un gençliğinde hangi zorlukları yaşadığını bilmiyorlar.
The region has never been inhabited by people.
- Bölgede insanlar hiç yaşamadı.
Animals inhabit the forest.
- Hayvanlar ormanda yaşar.
At the age of six he had learned to use the typewriter and told the teacher that he did not need to learn to write by hand.
- Altı yaşında o, daktiloyu kullanmayı öğrendi ve öğretmenine el ile yazmayı öğrenmesine gerek kalmadığını söyledi.
He has a son of your age.
- Senin yaşında bir oğlu var.
I wet the bed until I was ten years old.
- Ben on yaşına kadar yatağı ıslatırdım.
The paint on the seat on which you are sitting is still wet.
- Oturduğun yerdeki boya hâlâ yaştır.
When Justin Bieber started his music career, he was fourteen years old.
- Justin Bieber müzik kariyerine başladığında on dört yaşındaydı.
I learned to play guitar when I was ten years old.
- On yaşındayken gitar çalmayı öğrendim.
That fish lives in fresh water.
- O balık tatlı suda yaşar.
Fish like carp and trout live in fresh water.
- Sazan ve alabalık gibi balıklar tatlı suda yaşamaktadır.
John lives in New York.
- John New York'ta yaşar.
Older people are often afraid of trying new things.
- Yaşlı insanlar sık sık yeni şeyleri denemekten korkarlar.
Sam is two years younger than Tom.
- Sam Tom'dan iki yaş küçük.
She is five years younger than me.
- O, benden beş yaş küçük.
This song is so moving that it brings tears to my eyes.
- Bu şarkı o kadar acıklı ki gözlerimi yaşarttı.
She called out to him, with tears running down her cheeks.
- Yanaklarından süzülen yaşlarla ona seslendi.
The best time of life is when we are young.
- Yaşamın en iyi zamanı genç olduğumuz zamandır.
The best time of life is when you are young.
- Yaşamın en iyi zamanı genç olduğun zamandır.