with difficulty

listen to the pronunciation of with difficulty
الإنجليزية - التركية
güçlükle, zorlukla
güç

Yaşlı kadın merdivenleri güçlükle tırmandı. - The old woman climbed the stairs with difficulty.

Yaşlı adam kaçtı ama güçlükle. - The old man escaped, but with difficulty.

güçlükle

Köpek güçlükle nefes aldı. - The dog breathed with difficulty.

Yaşlı kadın merdivenleri güçlükle tırmandı. - The old woman climbed the stairs with difficulty.

bata çıka
zor

Batan tekneden zorlukla kaçtım. - I escaped from the sinking boat with difficulty.

Ben sınavı zorlukla geçtim. - I passed the examination with difficulty.

gücün gücüne
zar zor
hard
{s} çetin

Tom bizim en çetin işçilerimizden biridir. - Tom is one of our hardest workers.

Tom her zaman iş başında çetin. - Tom is always hard at work.

hard
{s} katı

O, iş yerinde her zaman katıdır. - She is always hard at work.

O, yumurtalarını katı haşlanmış seviyor. - She likes her eggs hard-boiled.

hard
{s} zor

Yaşlı adam duymakta zorlanıyor. - The old man was hard of hearing.

İngilizce çok zor, değil mi? - English is pretty hard, isn't it?

hard
büyük bir gayretle
difficultly
zor bir şekilde
difficultly
zor bir biçimde
hard
aşırı ölçüde
hard
güçlükle

Tom acıya güçlükle katlanabiliyordu. - Tom could hardly stand the pain.

Tom tekrar yüzmeye gitme fırsatını güçlükle bekleyebiliyordu. - Tom could hardly wait for the chance to go swimming again.

hard
tıkız
hard
acımasız

Kader bana acımasız bir ders verdi. - Fate taught me a hard lesson.

O acımasız öğretmenin bugün bize zor bir test vereceğinden oldukça eminim. - I'm pretty sure that that mean teacher will give us a hard test today.

hard
çok miktarda
hard
zalim
hard
çok

İngilizce çok zor, değil mi? - English is pretty hard, isn't it?

Seni anlamak gerçekten çok zor. - Understanding you is really very hard.

hard
{s} şiddetli, sert; çok
hard
büyük

Büyükannem biraz ağır işitir. Yani hafifçe sağırdır. - My grandmother is hard of hearing. In other words she is slightly deaf.

O, büyük ailesini geçindirmek için sıkı çalışıyor. - He works hard to support his large family.

hard
{s} şiddetli

Yağmur iyi ve şiddetli yağıyordu. - It was raining good and hard.

Dün şiddetli kar yağdı. - It snowed hard yesterday.

hard
zorla

Hayat bu günlerde zorlaşıyor. - Life is getting hard these days.

Biz çok çalışmak için zorlandık. - We were forced to work hard.

hard
yakın

Neredeyse hiç kimse bu hayvanı yakından görmedi. - Hardly anyone has seen this animal up close.

Tom'un neredeyse hiç yakın arkadaşı yok. - Tom has hardly any close friends.

hard
{s} ağır

Büyükannem biraz ağır işitir. Yani hafifçe sağırdır. - My grandmother is hard of hearing. In other words she is slightly deaf.

Çok çalışıyorsun. Bir süre ağırdan al. - You are working too hard. Take it easy for a while.

الإنجليزية - الإنجليزية
{a} difficultly
unnethe
unnethes
not easily, with a great effort
uphill
hard

His degree was hard earned.

hardly

He made his way hardly through the enemies to the castle.

with difficulty

    الواصلة

    with dif·fi·cul·ty

    التركية النطق

    wîdh dîfıkılti

    النطق

    /wəᴛʜ ˈdəfəkəltē/ /wɪð ˈdɪfəkəltiː/

    فيديوهات

    ... near the major religious monuments difficulty palace was the residents of ...
    ... that I play with in this book is called desirable difficulty. ...
المفضلات