Bu, bütün diskteki favori parçam.
- This is my favorite track on the entire disc.
Onlar bütün günü sahilde geçirdiler.
- They spent the entire day on the beach.
Tom'un vasiyetine göre, Mary onun tüm gayrimenkulünü miras olarak alacak.
- According to Tom's will, Mary will inherit his entire estate.
Yeni vergi girişinin tüm ekonomiyi etkilemesi bekleniyor.
- The introduction of the new tax is expected to affect the entire economy.
O, tamamen cesaretsiz değil.
- He is not entirely without courage.
Kaza tamamen önlenebilirdi.
- The accident was entirely avoidable.
Tom gece yarısında uyandı ve bir paket cipsin hepsini yedi.
- Tom woke up in the middle of the night and ate an entire bag of chips.
Zorbalık ciddi bir problemdir fakat onu saf dışı bırakmaya çalışmanın tamamen gerçekçi bir teklif olmadığını anlamak zorundayız.
- Bullying is a serious problem, but we have to understand that setting out to eliminate it entirely isn't a realistic proposition.