Adam bütün yolu yürümek istemedi;bu yüzden otobüse bindi.
- The man didn't feel like walking all the way; so he took the bus.
Karanlıkta yürümekten korkuyorum.
- I am frightened of walking in the darkness.
Parkta dolaşmaktan hoşlanıyor.
- He likes to walk about in the park.
Yürüyüş yapmaya ne dersin?
- How about going for a walk?
On dakikalık bir başka yürüyüş bizi kıyıya getirdi.
- Another ten minutes' walk brought us to the shore.
Bu sıcakta işe yürüyerek gitmek kötü bir fikir.
- Walking to work in this heat is a bad idea.
Son otobüsü kaçırdım ve eve yağmur altında yürüyerek gitmek zorunda kaldım.
- I missed the last bus and had to walk home in the rain.
O, spor salonuna yürümedi.
- She did not walk to the gym.
O yalnız yürümeyi sever.
- She likes to walk alone.
Biz gölün etrafında yürüdük.
- We have walked all around the lake.
Yürüyemeyecek kadar çok yorgunum.
- I'm too tired to walk.
Armstrong, etrafta gezindi.
- Armstrong walked around.
Caddede amaçsızca gezindim.
- I walked about aimlessly on the street.
Sonunda, hastalıktan dolayı yürüyemez hale geldi ve gezinmek için motorlu tekerlekli sandalye kullanmak zorunda kaldı.
- In the end, because of the disease, he became unable to walk and had to use a motorized wheelchair to get around.
Sen tamamen hareketsiz olmalısın ve parmak uçlarında yürümelisin. Bebek uyuyor.
- You must be completely still and walk on your tip-toes. The baby is asleep.
İşe git, çocuklarını okula gönder. Modayı takip et, normal hareket et, kaldırımda yürü, televizyon izle. Yaşlılığın için para biriktir. Kanunlara uy. Benimle birlikte tekrarla: Ben özgürüm.
- Go to work, send your kids to school. Follow fashion, act normal, walk on the pavements, watch TV. Save for your old age. Obey the law. Repeat with me: I am free.
Sahilde gezinti yaptık.
- We went for a walk on the beach.
Buz üzerinde yürümek için yeteri kadar kalın.
- The ice is thick enough to walk on.
Tom ince bir çizgi üzerinde yürümek zorundadır.
- Tom has to walk a fine line.
Tom ön yürüyüş yoluna yaklaşıyor.
- Tom is coming up the front walk.
Otobüs servisi olmadığı için, biz, istasyona giden bütün yolu yürümek zorunda kaldık.
- As there was no bus service, we had to walk all the way to the station.
Tren olmadığı için, tüm yolu yürümek zorunda kaldık.
- There being no train, we had to walk all the way.
If you leave your wallet lying around, it’s going to walk.
I carefully walked the ladder along the wall.
If we don't offer him more money he'll walk.
Debugging this computer program involved walking the heap.
The Ministry of Silly Walks is underfunded this year.
The museum’s not far from here – you can walk it.
Will you walk me home?.
The pitcher now has two walks in this inning alone.
It’s a long walk from my house to the library.
The county had a successful defense only because the judge kept telling the jury at every chance that the cyclist should have walked his bicycle like a pedestrian.