ver.

listen to the pronunciation of ver.
الإنجليزية - التركية
(Bilgisayar) sürüm

Ben az önce bu MP3 çaların en son sürümünü satın aldım. - I just bought the latest version of this MP3 player.

Bu kitabın hem sert hem de yumuşak kapak sürümleri mevcuttur. - The book is available in both hard and soft-cover versions.

التركية - التركية
(Osmanlı Dönemi) f. "Sahib, mâlik; anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dâniş-ver $ : Âlim. Suhan-ver $ : Edip, şâir
(Osmanlı Dönemi) (-) f. "Sahib, mâlik; anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dâniş-ver Âlim. Suhan-ver Edip, şâir
الإنجليزية - الإنجليزية
التركية - الإنجليزية
give

Give it to me, please. - Onu bana ver, lütfen.

Give me something to do. - Bana yapacak bir şey ver.

(Bilgisayar) export

The export of arms was not allowed. - Silah ihracatına izin verilmedi.

Our negotiations to lower export taxes suffered a big setback. - İhracaat vergilerini düşürme müzakerelerimiz büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı..

(Bilgisayar) issue

One of the big issues in the campaign was taxes. - Kampanyadaki en büyük konulardan birisi vergiydi.

I voted for the bond issue. - Tahvil ihracı lehinde oy verdim.

(Bilgisayar) export as
{f} given

We tried to figure out the problem our professor had given us, but it seemed confusing. - Profesörün bize verdiği problemi çözmeye çalıştık fakat karışık görünüyordu.

Food and blankets were given to the refugees. - Yiyecekler ve battaniyeler mültecilere verildi.

{f} rendering
render

I cannot render a judgment on that. - Bu konuda bir karar veremiyorum.

{f} giving

Recently, they have not been giving her her paycheck on time. - Son zamanlarda, ona maaş çekini zamanında vermiyorlar.

He responded by giving the OK gesture. - EVET işareti vererek yanıtladı.

gave

I took one, and gave the other apples to my little sister. - Birini ben aldım, diğer elmaları ise küçük kız kardeşime verdim.

She gave him a clock. - O, ona bir saat verdi.

{f} grant

We were granted the privilege of fishing in this bay. - Bize bu koyda özel balık tutma izni verildi.

I took it for granted that she would agree with me. - Bana katılmayacağına hiç ihtimal vermemiştim.

brought forth
mete out
favour with
bestow

That's a real strongman, bestow upon him a goblet of wine! - Gerçek güçlü bir adam, ona bir kadeh şarap ver!

The college bestowed an honorary degree on him. - Üniversite ona fahri doktora unvanı verdi.

bring forth
granted

I took it for granted that she would agree with me. - Bana katılmayacağına hiç ihtimal vermemiştim.

He'll be granted American citizenship. - Ona Amerikan vatandaşlığı verilecek.

seise
favourwith
reach

She did not decide to be a singer until she reached the age of twenty. - O yirmi yaşına ulaşıncaya kadar bir şarkıcı olmaya karar vermedi.

Tom thought about reaching for his gun, but decided not to. - Tom silahına davranmayı düşündü fakat yapmamaya karar verdi.

cede
ver.
المفضلات