Hayat böyledir işte! Hiçbir şey kolay değil ve hiçbir şey imkansız değil.
- Das Leben ist so! Nichts ist einfach und nichts ist unmöglich.
Ama bu imkansız, Bay Profesör.
- Aber das ist unmöglich, Herr Professor.
O, onun ne söylediğini anlamayı olanaksız buldu.
- She found it impossible to understand what he was saying.
Bu görevi tamamlamak benim için olanaksız.
- This task is impossible for me to accomplish.
Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
- Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
Zamanda geçmişe seyahat etmenin imkansız olduğu düşünülüyor.
- It is considered impossible to travel back to the past.
The Bible is clearly a complex piece of writing, that impossibly could have been written by a single author.
- Die Bibel ist ein derart vielschichtiges Schriftwerk, dass sie unmöglich von nur einem Autor geschrieben worden sein kann.