During the vacation my sister and I stayed at a small village at the foot of Mt. Fuji.
- Kız kardeşim ve ben tatilde Fuji Dağı'nın dibindeki ufak bir köyde kaldık.
Tom was born in a small town not too far from Boston.
- Tom, Boston'dan çok uzak olmayan ufak bir kentte doğdu.
He made a little statue out of soft clay.
- O yumuşak kilden ufak bir heykel yaptı.
I have a little present for you.
- Sana ufak bir hediyem var.
Tom is petty, isn't he?
- Tom ufak tefek, değil mi?
I am grudged even the least bit of happiness.
- En ufak mutluluk bile bana çok görülüyor.
What you make is small potatoes compared to the boss's salary.
- Ne kazandığın patronun maaşı ile karşılaştırıldığında ufak tefek şey.
Tom is petty, isn't he?
- Tom ufak tefek, değil mi?
What you make is small potatoes compared to the boss's salary.
- Ne kazandığın patronun maaşı ile karşılaştırıldığında ufak tefek şey.
The room is full of odds and ends.
- Oda ufak tefek şeylerle dolu.