Radyoyu açmak için düğmeye bastım.
- I pushed the button to turn on the radio.
Ama ben duş musluğunu açmak için çalıştığımda, bu siyah kabarcıklı sıvı dışarı çıktı.
- But when I tried to turn the shower faucet, this black bubbly liquid came out.
Geri dönmek zorunda kalacağız.
- We're going to have to turn back.
Şimdi geri dönmek için çok geç.
- It's too late to turn back now.
Tom sayfayı çevirmek istedi.
- Tom wanted to turn the page.
Robert o kadar meşguldu ki golf oynamak için bir daveti geri çevirmek zorunda kaldı.
- Robert was so busy he had to turn down an invitation to play golf.
Direksiyonu döndürmek arabayı döndürür.
- Turning the steering wheel makes the car turn.
Mart 1841 sonlarına doğru onun soğuk algınlığı pnömoniye dönüştü.
- Late in March 1841, his cold turned into pneumonia.
Modern bilim birçok olanaksızlıkları olanaklı hale dönüştürmüştür.
- Modern science has turned many impossibilities into possibilities.
Sonunda onun sırasıydı.
- It was her turn at last.
Onlar sahnede sırayla şarkı söylediler.
- They sang on the stage in turn.
Yaprakların rengi değişmeye başladı.
- The leaves have begun to turn.
Quebec için mücadele savaşta dönüm noktasıydı.
- The Battle for Quebec was the turning point in the war.
Bu onun hayatının dönüm noktasıydı.
- This was the turning point of his life.
Eve vardığında Tom'un her gün yaptığı ilk şey TV'yi açmaktır.
- The first thing Tom does every day when he gets home is turn on the TV.
Haberleri açmak istemiyorum.
- I don't want to turn on the news.
Sana sağa dönmeni emrediyorum
- I order you to turn right.
Bu tırtıl harika bir kelebeğe dönüşecek.
- This catterpillar will turn into a beautiful butterfly.
Tom gazın kapalı olduğundan emin olmak için kontrol etti.
- Tom checked to make sure the gas was turned off.
Tom, 24 yaşını doldurmadan önce üniversiteden mezun olmak istiyor.
- Tom wants to graduate from college before he turns 24 years old.
Atlarımıza nöbetleşe baktık.
- We took care of our horses by turns.
Fred ve George arayı nöbetleşerek sürdüler.
- Fred and George took turns with the driving.
18 yaşına girmek için sabırsızlanıyorum.
- I can't wait turning 18.
Hepsi Tom'a bakmak için döndü.
- They all turned to stare at Tom.
Tom Mary'ye bakmak için geriye döndü.
- Tom turned around to face Mary.
Laura son dakikada sadece arkasını dönmek ve kaçmak için yaklaşıyor numarası yaptı.
- Laura pretended to get closer, only to turn around and run away at the last minute.
Onun teklifini reddetmekten başka elimden bir şey gelmedi.
- I couldn't help but turn down his offer.
Maalesef seni reddetmek zorundayım.
- I'm afraid I have to turn you down.
Ödeme yapmak için kimin sırası?
- Whose turn is it to pay?
Kahve yapmak için kimin sırası?
- Whose turn is it to make the coffee?
O gelmek için söz verdi, ama henüz dönmedi.
- He promised to come, but hasn't turned up yet.
Tom gelmek için söz verdi ama henüz gelmedi.
- Tom promised to come, but he hasn't turned up yet.
O, aşkını heyecanlandırdı.
- She turned on her lover.
O, bu elbiseyi giydiği zaman beni heyecanlandırır.
- He turns me on when he wears those clothes.
Simyacılar kurşunu altına dönüştürmek istediler.
- The alchemists wanted to turn lead into gold.
Direksiyonu döndürmek arabayı döndürür.
- Turning the steering wheel makes the car turn.
Öğretmenler onun eşek şakasını öğrendikten sonra genç büyücü kadına Tom'u tekrar bir insana döndürmesi buyruldu.
- The young sorceress was ordered to turn Tom back into a human, after the teachers learned of her prank.
When I asked him for the money, he turned nasty.
I felt that the man was of a vindictive nature, and would do me an evil turn if he found the opportunity.
They quote a three-day turn on parts like those.
The hillside behind our house isn't generally much to look at, but once all the trees turn it's gorgeous.
He turned into a monster every full moon.
Turn the bed covers.
turn on the spot.
They took turns playing with the new toy.
It was fortunate for his comfort, perhaps, that the man who had been chosen to accompany him was of a talkative turn, for the prisoners insisted upon hearing the story of the explosion a dozen times over, and Rufus Dawes himself had been roused to give the name of the vessel with his own lips.
Give the handle a turn, then pull it.
This milk has turned; it smells awful.
She took a turn for the worse.
Turn right here.
Then you must know as well as the rest of us that there was something queer about that gentleman--something that gave a man a turn--I don't know rightly how to say it, sir, beyond this: that you felt in your marrow kind of cold and thin..
... So I'd like to turn it over to Brian McClendon to talk about ...
... turn on the data services. ...