to cause to be

listen to the pronunciation of to cause to be
الإنجليزية - التركية

تعريف to cause to be في الإنجليزية التركية القاموس.

have
it has geçmi zaman had malik olmak
have
{f} almak

Şimdi üç yıldır İngilizce eğitimi almaktayız. - We have been studying English for three years now.

Ben bu oda için yeni bir halı satın almak zorundayım. - I have to buy a new carpet for this room.

cause to be
neden olmak
have
eline ulaşmak
have
izin vermek

Onunla konuşmama izin vermek zorundasın. - You have to let me talk to him.

İçeri girmeme izin vermek zorundasın. - You have to let me in.

have
doğurmak
have
{f} elde etmek

Yaptığını sandığım başarı türünü elde etmek istiyorsan, öyleyse daha çok çalışmak zorunda kalacaksın. - If you want to achieve the kind of success that I think you do, then you'll have to study harder.

Tom'un o hakkı elde etmek için sadece bir şansı olacak. - Tom will have only one chance to get that right.

cause to be
neden ol
have
geçirmek

Çinli firmalar, dünya pazarını ele geçirmek için bir arayış başlattı. - Chinese firms have embarked on a quest to conquer the world market.

Hayatımın geriye kalan kısmını birlikte geçirmek istediğim herhangi biriyle henüz tanışmadım. - I haven't yet met anyone I'd want to spend the rest of my life with.

have
içmek

Biraz su içmek istiyorum. - I would like to have some water.

Biz biraz şarap içmek istiyoruz. - We'd like to have some wine.

have
sahip ol

Balinaların kendi diline sahip olduklarına inanılmaktadır. - It is believed that whales have their own language.

Eğer yurt dışına gidiyorsanız, bir pasaporta sahip olmak gereklidir. - If you are going abroad, it's necessary to have a passport.

have
davet etmek

Faturayı ödemek zorunda kaldım! Bir dahaki sefere, onlar beni davet etmek zorunda kalacaklar. - I had to pay the bill! The next time, I'll have them invite me.

Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var. - I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.

have
{f} olmak

Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı. - It must be nice to have friends in high places.

Bu akşam yemekte benimle olmak ister misin? - Would you like to have dinner with me tonight?

have
{i} kumpas
have
{i} hile

Ben ne zaman hile yaptım? - When have I ever cheated?

Ben hile yapma niyetim yok. Konu ne? - I have no intention of cheating. What's the point?

have
{f} kabul etmek

Tom'un işini yapması için birini kabul etmek zorunda kalacağız. - We will have to take on someone to do Tom's work.

Önerilerinizi kabul etmekten başka seçeneğim yok. - I have no choice but to accept your proposals.

have
{i} varlıklı kimse
have
{f} bulunmak

Son zamanlarda, ekonominin hızla geliştiğine dair sinyaller bulunmaktadır. - Recently, there have been signs that the economy is picking up steam.

Siyasal etkinlikte bulunmak için zamanım yok. - I have no time to engage in political activity.

have
(fiil) sahip olmak, olmak, elde etmek, almak, yapmak, etmek, kabul etmek, göz yummak, aldatmak, dolandırmak, zorunda olmak, bulunmak
have
{f} etmek

Pul koleksiyonum yok ama onu davet etmek için bir mazeret olarak kullanabildiğim Japon kartpostal koleksiyonum var. - I don't have a stamp collection, but I have a Japanese postcard collection that I could use as an excuse to invite him.

Biz altıda orada olacaksak, şimdi hareket etmek zorundayız. - If we are to be there at six, we will have to start now.

الإنجليزية - الإنجليزية
make
have
to cause to be
المفضلات