Bahçedeki tüm çiçekler sarı.
- All the flowers in the garden are yellow.
Ben uyandığımda, diğer tüm yolcular inmişti.
- When I woke up, all other passengers had gotten off.
Eğer yarın yağmur yağarsa, bütün gün evde kalacağım.
- If it rains tomorrow, I will stay at home all day.
Bahçedeki bütün çiçekler sarı.
- All the flowers in the garden are yellow.
Parlayan her şey altın değildir.
- All that glitters is not gold.
Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
- Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
Kılıç çekenlerin hepsi kılıçla ölecek.
- All those who take up the sword shall perish by the sword.
Kılıç çekenlerin hepsi kılıçla ölecek.
- All they that take the sword shall perish with the sword.
Yapmanız gereken her şey bu evrakı imzalamaktır.
- All you have to do is sign this paper.
Şu ana kadar yaptığın bütün şey her şeye kusur bulmak, keşke daha yapıcı bir şey söyleyebilsen.
- All you ever do is nitpick. I wish you could say something more constructive.
Herkes mutlu görünüyordu.
- They all looked happy.
Kanun herkes için aynıdır.
- The law is equal for all.
O tür tapınak bütün Orta Doğuyu, özellikle Mısır'ı etkiledi.
- That type of temple influenced all of the Middle East, mainly Egypt.
Bana bir kez daha tüm güvenlik özelliklerini açıklayabilir misin?
- Could you explain all the safety features to me once again?
Bunu yapmak zorundasın, tıpkı hepimizin yaptığı gibi.
- You have to do it, just like we all do.
Bu giysinin içinde tıpkı bir sporcu gibi görünüyorum fakat gerçek şu ki hiç spor yapmam.
- I look for all the world like an athlete in this outfit, but the truth is I don't do any sports at all.
Ebeveynlerim Tom'u tekrar görmem için bana izin vermedi.
- My parents didn't allow me to see Tom again.
Hepinizle tekrar görüşmeyi ümit ediyorum.
- I hope to meet you all again.
Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
- Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
Haber tamamen Rusya'nın çöküşü hakkında idi.
- The news was all about the collapse of the Soviet Union.
Ben dünyadaki tüm kuşların efendisiyim ve sadece düdüğüme üflemek zorundayım ve her biri bana gelecektir.
- I am master of all the birds in the world, and have only to blow my whistle and every one will come to me.
Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
- I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
O tümüyle siyah giyindi.
- She was dressed all in black.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
Seninle tamamen aynı fikirdeyim.
- I am wholly in agreement with you.
Tamamen NTT'ye ait şirket, iyi kazanıyor.
- The company, wholly owned by NTT, is doing well.
O özbeöz Amerikalı bir adamla evlenmek istedi.
- She wanted to marry an all-American man.
O, tümüyle cümlelerle ilgilidir. Sözcüklerle değil.
- It's all about sentences. Not words.
O tümüyle siyah giyindi.
- She was dressed all in black.
Tom büsbütün o kadar kötü olamaz.
- Tom can't be all that bad.
Diğer tüm diller Uygurca'dan daha kolaydır.
- All the other languages are easier than Uighur.
Ben uyandığımda, diğer tüm yolcular inmişti.
- When I woke up, all other passengers had gotten off.
Sami, Leyla'nın bütün sorularını saf saf yanıtladı.
- Sami naively answered all of Layla's questions.
Kuşun tüyleri tamamen saf altındı.
- The bird's feathers were all of pure gold.
O, bütünüyle tuhaf görünür.
- It all seems so strange.
Bu bütünüyle korkunç bir hata.
- This is all a terrible mistake.
Tom tüm hayatı boyunca şanslıydı.
- Tom has been lucky all his life.
Tom hayatı boyunca fakir kaldı.
- Tom remained poor all his life.
Kılıç çekenlerin hepsi kılıçla ölecek.
- All those who take up the sword shall perish by the sword.
Hepimiz için yeterli yiyecek vardı.
- There was food enough for us all.
Tüm yapmanız gereken bu cümleyi ezbere öğrenmek.
- All you have to do is to learn this sentence by heart.
Bu cümleyi çevirmek için kimseye izin verilmedi.
- No one is allowed to translate this sentence.
Ben dünyadaki tüm kuşların efendisiyim ve sadece düdüğüme üflemek zorundayım ve her biri bana gelecektir.
- I am master of all the birds in the world, and have only to blow my whistle and every one will come to me.
Her birinize inancım var.
- I have faith in each and every one of you.
You’ve got it all wrong.
The score was 30 all when the rain delay started.
All my friends like classical music.
Don't want to go? All the better since I lost the tickets.
Some gave all they had.
Is everything all right?
- Everything all right?
Everything all right?
- Is everything all right?
She gave her all, and collapsed at the finish line.
she therefore ordered Jenny to pack up her alls and begone, for that she was determined she should not sleep that night within her walls.
I was in Boston for almost the whole summer.
- I was in Boston almost all summer.
He ate the whole apple.
- He ate all of the apple.
Everyone who knew him admired him.
- All who knew him admired him.
Everyone makes mistakes.
- All men are fallible.
Tom disregarded Mary's advice completely.
- Tom ignored all of Mary's warnings.
... QUESTION: Mr. President, Governor Romney, as a 20-year-old college student, all I hear ...
... What we can do to help young women and women of all ages is to have a strong economy, so ...