İnsanlar hatalı olarak, geçmişin şimdikinden daha iyi olduğunu düşünürler.
- People mistakenly think that the past was better than the present.
Şimdiki zaman gibi zaman yok.
- There's no time like the present.
Amcam bana bir hediye verdi.
- My uncle gave me a present.
Amcam ona bir hediye verdi.
- My uncle gave him a present.
Şimdiki zaman gibi zaman yok.
- There's no time like the present.
Cennet ya da cehennem yoktur. Biz sadece şimdiki zamanda yaşayabiliriz.
- There is no heaven or hell. We can only live in the present.
Kabinenin her üyesi mevcuttu.
- Every member of the cabinet was present.
Çok sayıda öğrenci toplantıda mevcut.
- A lot of students are present at the meeting.
Ben onlara bir armağan almak zorundayım.
- I've got to get them a present.
Baba, armağan istemiyorum, sadece eve gelmeni istiyorum.
- I don't want a present, Dad. I just want you to come home.
Renk koordinasyonu ile ilgili Kelly'nin raporunda sunulan bilginin alternatif bir teori oluşturmada faydalı olacağı anlaşilmaktadır.
- The information presented in Kelly's paper on color coordination is seen to be of use in building up an alternative theory.
Emmet'in teorisi ile bağlantılı olarak Leech'in sunduğu teklif en makulüdür.
- A more plausible proposal is the one Leech presented in conjunction with Emmet's theory.
Onlar şu anda İngiltere'de büyük bir şirket için çalışıyorlar.
- At present they are working for a big company in England.
Şu andaki hükümetin çok sayıda problemleri var.
- The present government has many problems.
Şimdiki işimi bırakacağım.
- I am going to leave my present job.
Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.
- In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future.
Doğum günü hediyesi olarak sana kalem aldım.
- I got you a pen as a birthday present.
Mary'ye iyi bir doğum günü hediyesi seçtik.
- We chose Mary a good birthday present.
Tom bir sunum vermek zorunda.
- Tom has to give a presentation.
Doğum günü için ona bir hediye vermek istiyorum.
- I want to give him a present for his birthday.
Şu bulunanların hepsi gözyaşlarına boğuldu.
- Those present were all moved to tears.
Toplantıda bulunanlar tasarıyı destekledi.
- Those present at the meeting supported the bill.
Halihazırda, okulumuzda 1600 öğrenci var.
- At present, we have 1,600 students at our school.
Ayrıca, listelenen konulardan herhangi biri üzerinde fikrini sunmak istersen lütfen benimle irtibat kurar mısın?
- Also, could you please contact me if you would like to present your opinion on any of the topics listed?
Tatoeba projesini sunmak için Libre Yazılım Toplantısındayım.
- I'm at the LSM to present the Tatoeba project.
Senin şu anki sorunun her zaman aklımda.
- Your present trouble is on my mind all the time.
Şu anki maaşından memnun musun?
- Are you content with your present salary?
Bugünkü dünya rahat yaşamını petrole borçludur.
- The present world owes its convenient life to petroleum.
Tom bugünkü maaşından memnun.
- Tom is content with his present salary.
Sunumun içeriğini özetlemek ve bir sonuç çıkarmak istiyorum.
- I want to summarize the content of the presentation and draw a conclusion.
Bütün üyeler toplantıda hazır mıydı?
- Were all the members present at the meeting?
Bütün üyeler hazır bulundu.
- All the members were present.
Several people were present when the event took place.
The theater is proud to present the Fearless Fliers.
The patient presented with insomnia.
I am looking for a present for my mother.
- I'm looking for a present for my mother.
There is no time like the present.
- There's no time like the present.
... PRESIDENT OBAMA: First of all, I think it's important for Governor Romney to present this ...
... and present it in a better way to the people so that they ...