He will think he has been completely forgotten.
- Tamamen unutulduğunu düşünecek.
He was completely absorbed in his work.
- Tamamen işine dalmıştı.
Sally didn't exactly agree with Bill, but she supported him.
- Sally, Bill'le tamamen aynı fikirde değildi ama onu destekledi.
I didn't have to open the letter. I knew exactly what it said.
- Mektubu açmak zorunda değildim. Ne söylediğini tamamen biliyordum.
Are you completely through with your homework?
- Sen tamamen ödevlerin aracılığıyla mısın?
I just couldn't go through with it.
- Ben sadece onu tamamen bitiremedim.
I don't quite agree with you.
- Sizinle tamamen aynı fikirde değilim.
The bear is quite tame and doesn't bite.
- Ayı tamamen uysal ve ısırmaz.
Tom is utterly obsessed with food. No wonder Mary dumped him!
- Tom tamamen yiyeceklere saplantılı. Mary'nin onu terkettiğine şaşmamalı.
It is utterly impossible to finish the work within a month.
- Bir ayda işi tamamen bitirmek imkansız.
Your work is not altogether satisfactory.
- İşiniz tamamen tatmin edici değil.
The Latin language is not entirely unknown to me, but I altogether lack the ability to speak it.
- Latince tamamen bilmediğim bir dil değil ama bu dili konuşma yeteneğinden tamamen yoksunum.
They got thoroughly wet in the rain.
- Onlar yağmurda tamamen ıslandılar.
The police thoroughly searched the house.
- Polis evi tamamen aradı.
It is a sheer waste of time.
- O tamamen zaman kaybı.
It was sheer coincidence that Mary and I were on the same train.
- Mary ve benim aynı trende olmamız, tamamen bir tesadüftü.
I was fully alive to the danger.
- Ben tamamen tehlikenin farkındaydım.
I'm sorry, today is fully booked.
- Üzgünüm, bugün tamamen ayrılmış.
The statement is not wholly true.
- İfade tamamen gerçek değil.
I am wholly in agreement with you.
- Seninle tamamen aynı fikirdeyim.
I'm perfectly normal.
- Ben tamamen normalim.
I assure you Tom will be perfectly safe.
- Tom'un tamamen güvenli olacağına sizi temin ederim.
He drank a whole bottle of milk.
- O, bir şişe sütü tamamen içti.
Tom remained wide awake the whole night.
- Tom bütün gece tamamen uyanık kaldı.
What he told us the other day simply doesn't make sense, does it?
- Geçen gün onun bize söylediğinin tamamen bir anlamı yok, değil mi?
Let's face it: this sentence is simply bad.
- Şunu kabul edelim ki bu cümle tamamen kötü.
He felt utterly humiliated.
- O, tamamen aşağılanmış hissetti.
It is utterly impossible to finish the work within a month.
- Bir ayda işi tamamen bitirmek imkansız.
Tom and Mary were finally completely alone.
- Tom ve Mary nihayet tamamen yalnızdı.
That is a pure waste of time.
- O tamamen zaman kaybı.
It was pure accident that I came to know her.
- Onu tanımam tamamen tesadüftü.
The boy is totally dependent on his parents.
- Çocuk tamamen ebeveynlerine bağımlıydı.
You guys are totally clueless.
- Siz acayip kılıklı herifler tamamen cahilsiniz.
The cherry trees are in full blossom.
- Kiraz ağaçları tamamen çiçeklenmişler.
I was fully alive to the danger.
- Ben tamamen tehlikenin farkındaydım.
He's American through and through.
- O tamamen Amerikalıdır.
The cherry trees are in full blossom.
- Kiraz ağaçları tamamen çiçeklenmişler.
The cherry blossoms are in full bloom.
- Kirazlar tamamen çiçek açtılar.
He's American through and through.
- O tamamen Amerikalıdır.
Tom is about through here.
- Tom neredeyse tamamen burada.
He was good and drunk.
- O tamamen sarhoş olmuştu.
It's already 3 a.m., but I'm wide awake and couldn't fall asleep if I tried.
- Saat sabahın üçü fakat ben tamamen uyanığım ve çabalasamda uyuyamadım.
For some reason, I'm wide awake and can't fall asleep.
- Nedense, tamamen uyanığım ve uykuya dalamıyorum.
I'm being completely serious right now.
- Şu anda tamamen ciddiyim.
I am not wholly convinced that you are right.
- Haklı olduğuna tamamen ikna olmadım.
All characters appearing in this work are fictitious. Any resemblance to real persons, living or dead, is purely coincidental.
- Bu eserde görünen tüm karakterler tamamen hayal ürünüdürler. Yaşayan ya da ölü gerçek kişilere olan herhangi bir benzerlik sadece rastlantıdır.
Tom was dead set against the idea.
- Tom fikre tamamen karşıydı.
A four-year-old American tourist was disappointed to realize that, in fact, the Sichuan province is not entirely made of spicy beef, in spite of its famously piquant cuisine.
- Dört yaşındaki Amerikalı turist, aslında, Sichuan eyaletinin ünlü mayhoş mutfağına rağmen tamamen baharatlı sığır etinden yapılmamış olduğunu farkettiği için hayal kırıklığına uğradı.
The accident was entirely avoidable.
- Kaza tamamen önlenebilirdi.
My meeting her was purely accidental.
- Onunla karşılaşmam tamamen tesadüftü.
All characters appearing in this work are fictitious. Any resemblance to real persons, living or dead, is purely coincidental.
- Bu eserde görünen tüm karakterler tamamen hayal ürünüdürler. Yaşayan ya da ölü gerçek kişilere olan herhangi bir benzerlik sadece rastlantıdır.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzer, onlar tamamen mantıksaldır fakat, eğer tüm zamanınızı onun hakkında düşünmek için harcarsanız kurallarının bulunması imkânsızdır.
Tom was all worn out.
- Tom tamamen bitkindi.
This story may sound strange, but it's absolutely true.
- Bu hikaye kulağa acayip gelebilir ama tamamen gerçektir.
Stay absolutely still.
- Tamamen hareketsiz dur.
It sounds downright frightening.
- Bu tamamen korkutucu görünüyor.
This place is downright creepy.
- Bu yer tamamen tüyler ürpertici.
That seems completely fair to me.
- O benim için tamamen adil görünüyor.
The judgment isn't entirely fair.
- Yargılama tamamen adil değil.
His house is cleaned thoroughly once a week.
- Onun evi haftada bir kez tamamen temizlenir.
I resolved to break up with her cleanly.
- Onunla ilişkimi tamamen bitirmeye kesin karar verdim.
I want to make this perfectly clear.
- Bunu tamamen açık yapmak istiyorum.
The law is perfectly clear.
- Yasa tamamen açıktır.
This translation is outright wrong.
- Bu çeviri tamamen yanlış.
This translation is outright wrong.
- Bu çeviri tamamen yanlış.
Mathematicians have this in common with the French: whatever you're trying to say to them, they take it and translate it in their own way and turn it around into something completely different.
- Matematikçiler buna Fransızlarla müştereken sahiptir: onlara her ne söylemeye çalışıyorsan, onlar onu alır ve onu kendi tarzlarıyla çevirir ve onu tamamen farklı bir şeye çevirirler.
The company, wholly owned by NTT, is doing well.
- Tamamen NTT'ye ait şirket, iyi kazanıyor.
Tom can understand perfectly well.
- Tom tamamen iyi bir şekilde anlayabiliyor.
Her girlfriend is completely flat-chested.
- Onun kız arkadaşı tamamen düz göğüslü.
The flat comes fully furnished.
- Daire tamamen mobilyalıdır.
It's utter nonsense what you offer!
- teklif ettiğin şey tamamen deli saçması!
Tom couldn't completely rule out the possibility that he might be laid off from work.
- Tom işten çıkarılabileceği ihtimalini tamamen göz ardı edmedi.
I can understand your position perfectly.
- Pozisyonunuzu tamamen anlayabiliyorum.
I assure you Tom will be perfectly safe.
- Tom'un tamamen güvenli olacağına sizi temin ederim.