tâbi

listen to the pronunciation of tâbi
التركية - الإنجليزية
subject to

Import goods are subject to high taxes. - İthalat malları yüksek vergilere tabidir.

A man of strong will is not subject to corruption. - Güçlü bir adam yolsuzluğa tabi olamaz.

doch
amenable
inferior to
associate
under the influence of
ensuant
subordinate to
tributary, vassal state
tributary (of a river, lake)
dependent (on), contingent (on)
subordinate
adjective
subject (to); bound (by)
dependent
dependant
subject

A man of strong will is not subject to corruption. - Güçlü bir adam yolsuzluğa tabi olamaz.

The plan is subject to his approval. - Plan onun onayına tabidir.

national; citizen; subject
dependent, subordinate, subject
linked
of course

I am against the war, of course. - Tabii ki de savaşa karşıyım.

Of course, I learnt about China from textbooks when I was in Japan, but what I see for myself in China is completely different from what is described in those textbooks. - Tabii ki, ben Japonya'da iken Çin hakkında ders kitaplarından öğrendim, ama benim kendi adıma Çin'de gördüğüm bu ders kitaplarında anlatıldığından tamamen farklıdır.

appurtenant
surely
certainly
sure

Sure, Tom, I understand. - Tabii, Tom, anlıyorum.

Surely, in the present-day society, we might as well consider it natural that consumption plays an important role in the life of man and is closely related to his well-being and happiness. - Şurası muhakkak ki, günümüz toplumunda tüketimin insan hayatında önemli bir yere haiz olduğunu ve refah seviyesini ve mutluluğunu yakından alâkadar etmesinin tabii olduğunu söyleyebiliriz.

subject to the
be subject
subsidiary
tabii
natural

Surely, in the present-day society, we might as well consider it natural that consumption plays an important role in the life of man and is closely related to his well-being and happiness. - Şurası muhakkak ki, günümüz toplumunda tüketimin insan hayatında önemli bir yere haiz olduğunu ve refah seviyesini ve mutluluğunu yakından alâkadar etmesinin tabii olduğunu söyleyebiliriz.

If that is the real aim, naturally I would not know about that. - Asıl amaç buysa bilmem tabii.

tabi olmak
subject to
tabi tutmak
subject to
tabi etmek
subordinate
tabi istersen
of course
tabi istersen
if you want to
tabi kılma
subjection
tabi olmak
be dependent on
tabi olmak
dependent on
tabi olunan kanun
governing law
tabi tutmak
put to
tabi tutulmak
be subjected to
tabi tutulmak
subjected to
tabi şirket
(Ticaret) subsidiary company
tabi olma
be subject
tabi tutma
needed to keep
tabi kaynaklar şubesi
natural resources department
tabi olan
amenable
tabi olarak
dependantly
tabi olmak
depend
tabi olmak
be subject to
tabi olmak
to be dependent on
tabi olmak
be liable to
tabi olmayan
unamenable
tabi tutmak
1. to make (one thing) dependent on (another). 2. to have (someone) undergo (something). 3. to make (someone) submit to (one's) own wishes
tabi tutmak
to subject sb/sth to sth, to put to, to put sb through sth
tabi tutulmak
to be subjected to
tabi ısıtma
natural heating
tabi şirket
(Hukuk) subsidiary
takasa tabi çekler ve bonolar
in clearing
işleme tabi tutmak
process
tükenmeye tabi varlıklar
(Denizcilik) Assets subject to depletion
Tabii
(Tıp) physical
tabii
indigenous
tabii
(Mekanik) raw
tabii
quite so
tabii
(Konuşma Dili) you bet
tabii
rather
tabii
surely

Surely, in the present-day society, we might as well consider it natural that consumption plays an important role in the life of man and is closely related to his well-being and happiness. - Şurası muhakkak ki, günümüz toplumunda tüketimin insan hayatında önemli bir yere haiz olduğunu ve refah seviyesini ve mutluluğunu yakından alâkadar etmesinin tabii olduğunu söyleyebiliriz.

teste tabi tutmak
test
tabii
be my guest
tabii
sure

Cigarette smoke may be unhealthy, but it sure does look pretty. - Sigara dumanı sağlıksız olabilir ama tabii ki güzel görünüyor.

Sure, Tom, I understand. - Tabii, Tom, anlıyorum.

tabii
of course

Of course, I learnt about China from textbooks when I was in Japan, but what I see for myself in China is completely different from what is described in those textbooks. - Tabii ki, ben Japonya'da iken Çin hakkında ders kitaplarından öğrendim, ama benim kendi adıma Çin'de gördüğüm bu ders kitaplarında anlatıldığından tamamen farklıdır.

Of course he was familiar with jazz. - Tabii ki caz müziğine aşina idi.

eşyanın gümrük rejimine tabi tutulması
(Ticaret) placing of goods under a customs procedure
eşyanın gümrükçe onaylanmış bir işlem veya kullanıma tabi tutulması
(Ticaret) placing of goods under customs approved treatment or use
tabii
the course of
vergiye tabi
taxable

All economic problems would be solved, if they made complacency taxable. - Eğer kendi kendine yetmeyi vergiye tâbi yapmış olsalar, tüm ekonomik sorunlar çözülürdü.

damga resmine tabi
(Ticaret) liable to stamp-duty
deneye tabi tutmak
experiment
gümrük vergisine tabi
declarable
gümrüke tabi dutiable, subject
to duty
gümrüğe tâbi
dutiable

This camera is dutiable. - Bu kamera gümrüğe tabiidir.

istisnaya tabi olamaz
(Askeri) not waiverable
kamu hukuku sözleşmesi, kamu hukukuna tâbi sözleşme
(Hukuk) contract governed by public law
kimyasal işleme tabi tutmak
to treat
lider sigortacıya tabi
(Sigorta) subject leading underwriter
masrafa tabi
chargeable
pek tabi
without fail
platinle işleme tabi tutmak
platinize
sevke tabi
(Askeri) outboard
sigortaya tabi
insurable
tabii
habitual, customary
tabii
naturally, of course
tabii
certainly
tabii
natural, pertaining to nature
tabii
natural " doğal; naturally, of course; Certainly!, Of course!, Definitely, Sure, Be my guest!
tabii
natural, unaffected
tabii
pure, unadulterated
tabii
unlabored
tabii
unstudied
tabii
connatural
tabii
certes
tabii
matteroffact
tabii
simple
tabii
native
tabii
innate
tabii
evident
tabii
virgin
teste tabi tutulmak
be subjected to a test
vergiye tabi
reportable
vergiye tabi
excisable
vergiye tabi
ratable
vergiye tabi
rated
vergiye tabi gelir
taxable
vergiye tabi gelir
taxable income
vergiye tabi olmayan gelir
tax allowance
vergiye tabi oluş
ratability
yol testine tabi tutmak
road test
zorlu bir denemeye tabi tutmak
put to the acid test
الإنجليزية - الإنجليزية
Traditional Japanese ankle socks with a separate section for the big toe
a sock with a separation for the big toe; worn with thong sandals by the Japanese
a toed sock
White sock-like garments worm by monks, nuns, and other seniors for gakki and other special services
Split toed socks worn by senior instructors
التركية - التركية
Bağlı, bağlanmış
Basıcı
Yayımlayan
Yayıncı, naşir, editör
Elbette, doğal olarak, işin gereği olarak, tabii
Bir kimsenin, bir kuruluşun, bir devletin etkisi altında, güdümünde olma durumu: "Sanki bütün kamara, bütün halk, onlara tabi, onlara mahkûmdu."- P. Safa
(Osmanlı Dönemi) tab eden. Basan
tabii
(Osmanlı Dönemi) TİLV
TABİ'
(Osmanlı Dönemi) Birinin arkası sıra giden, ona uyan. Boyun eğen. İtaat eden
TABİ'
(Osmanlı Dönemi) Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'ı görmüş olanları, ashabını görüp, onlardan hadis dinlemiş olan
TABİ'
(Hukuk) Basımcı, yayımcı, kitap basan
TABİ'
(Osmanlı Dönemi) Gr: Kendinden evvelki kelimeye göre hareke alan
tabi olmak
Birinin kontrolü altına girmek, bir şeye veya bir kimseye bağlı olmak
TABİÎ
(Osmanlı Dönemi) Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'ı sağ iken görmüş olan mü'minlerle yani Ashabla görüşmüş ve onlardan ders almış olan sâlih müslümanlar. Bak: Ashab
tabii
Doğada olan, doğada bulunan
tabii
Katıksız, saf
tabii
Elbette, doğal olarak, işin gereği olarak
tabii
Yapmacık olmayan
tabii
Katıksız, saf, doğal
tabii
Olağan, alışılmış, her zamanki gibi olan, beklenildiği gibi
tabii
Yapmacık olmayan, doğal: "Eğer sürmenin üstüne bunu sürmezsen renk tabii olmaz."- P. Safa
tabii
Olağan, alışılmış, her zamanki gibi olan, beklenildiği gibi: "Sıcaklar arttıkça serin yerler aramak, âdeta tabii bir ihtiyaç hâline geliyor."- A. Rasim
tabii
Sağduyuya, mantığa, olağan düzene uygun olan: "Beklenen cevap gelince derhâl yazılacağı tabiidir."- Atatürk
tabii
Olağan
tabii
Sağduyuya, mantığa, olağan düzene uygun olan
tabiî
(Osmanlı Dönemi) fıtrî, doğal, normal
tâbi
المفضلات