تعريف steady في الإنجليزية التركية القاموس.
- {i} sabit durum
- {s} istikrarlı
İstikrarlı ekonomik gelişme vardı.
- There was steady economic improvement.
İhracaatlar güçlüyken, ithalatlar istikrarlı kalırken ülkenin ticaret dengesi geçen yıl gelişti.
- The nation's trade balance improved last year as exports were strong, while imports remained steady.
- oynamaz
- sağlam
Bu köprü sağlam görünüyor.
- This bridge looks steady.
Bu merdiven yeterince sağlam mı?
- Is this ladder steady enough?
- {i} istikrar
Jack ve Betty bir aydır istikrarlı olarak gitmektedirler.
- Jack and Betty have been going steady for a month.
İhracaatlar güçlüyken, ithalatlar istikrarlı kalırken ülkenin ticaret dengesi geçen yıl gelişti.
- The nation's trade balance improved last year as exports were strong, while imports remained steady.
- {i} kalıcı arkadaş
- {s} düzenli
Eğer senin düzenli desteğin olmasa, benim misyonum başarısızlıkla sonuçlanırdı.
- But for your steady support, my mission would have resulted in failure.
- {s} sakin
- {s} sürekli
Nüfusta sürekli bir artış vardı.
- There was a steady increase in population.
Sürekli çıktığın bir kız arkadaşın var mı?
- Do you have a steady girlfriend?
- {s} devamlı
- {i} kız arkadaş
Tom'un istikrarlı bir kız arkadaşı var.
- Tom has a steady girlfriend.
Onun istikrarlı bir kız arkadaşı var.
- He's got a steady girlfriend.
- {i} sevgili
- değişmeyen
- tutarlı
- değişmemek
- durmayan
- doğru yolda tutmak
- doğru yola getirmek
- durmadan
- kararlı
- metanetli
- (Askeri) viya
- sallanmaz hale getirmek
- yatıştırmak
- sarsılmaz
- sebatkâr
- ciddi
- dönmez
- düzgün
- metin
- aklı başında
- teskin etmek
- akıllı uslu
- şaşmaz
- dost
- daimi
- sabit kılmak
- muntazam
- muntazaman
- mazbut
- sabit
Bu merdiveni sabit tutun.
- Hold this ladder steady.
Bu tablo, sabit değildir.
- This table isn't steady.
- aşık
- {f} sabit dur
- sallanmaz
- değişmez
- ünlem sabit
- {s} durmadan aynı şekilde akan (su)
- yerinde duran
- {s} sağlam, pusulayı
- sa
- değişiklik göstermez
- {f} titremesini durdurmak
- {s} oturmuş
- {f} hareket etmemek
- kararlı,v.sabit dur: adj.sabit
- rüzgârdan sallanmaz
- {f} kıpırdamamak
- {s} sabit (bakış)
- sallantısız
- (Nükleer Bilimler) durgun
- {f} sallanmasını kesmek
- devamlı flört edilen arkadaş
- {ü} oynatma
- titremez
- {ü} kımıldama
- ılımlı
- {f} sabit kalmak
- {f} titrememek
- {f} istikrarlı gitmek
- (Askeri) Bir hava önlemesinde; "Belirtilen yöndeyim" veya "belirtilen yönümü veya şimdiki yönü acilen düzeltin" anlamında kod
- slow
- yavaşlatmak
Döner kavşağın amacı trafiği yavaşlatmaktır.
- The purpose of a roundabout is to slow down traffic.
- slow
- {s} yavaş
Japonya'nın dış yardımları yurttaki ekonomik yavaşlamadan dolayı kısmen azalıyor.
- Japan's foreign aid is decreasing in part because of an economic slowdown at home.
Lütfen daha yavaş konuşun.
- Please speak more slowly.
- steady flow
- yatışkın akış
- steady state
- (Tıp) kararlı durum
- steady state
- (Askeri) sürekli ve kararlı durum
- steady state
- (Gıda) kararlı koşullar
- steady state
- (Ticaret) durağan durum
- steady state
- (Denizbilim) yatışkan durum
- steady state concentration
- (Tıp) css
- steady state deviation
- kalıcı durum sapması
- steady state oscillation
- kalıcı durum salınımı
- steady state theory
- (Bilgisayar) sabit durum teorisi
- steady as a rock
- kaya gibi sağlam
- steady customer
- sürekli müşteri
- steady customer
- devamlı müşteri
- steady flow
- daimi akış
- steady flow
- kararlı akış
- steady as a rock
- kaya gibi sağlam/sert
- steady hand
- sarsılmaz bir ele
- steady increase
- sürekli artış
- steady job
- sürekli iş
- steady rest
- sabit kalan
- steady rise
- istikrarlı yükselişi
- steady state
- Kararlı hâl, kararlı durum
- steady state universe
- kararlı durum evrenin
- steady-state
- Kararlı durum
- steady-state
- Zamanla değişim göstermeyen, kararlı hâl, sabit hâl
- steady as a rock
- (deyim) kaya gibi sert
- steady character
- (Ticaret) sağlam karakter
- steady creep
- (Çevre) düzenli sürüklenme
- steady drift force
- (Askeri) sürekli taşınım kuvveti
- steady exchange rates
- (Ticaret) istikrarlı kurlar
- steady flow
- yatiskin akis
- steady flow system
- daimi akım sistemi
- steady growth
- (Ticaret) istikrarlı büyüme
- steady hold
- (Askeri) tüfeğe hakimiyet
- steady hold
- (Askeri) TÜFEĞE HAKİMİYET: Kabza kavramada silaha hakimiyet
- steady load
- devamlı yük
- steady motion
- düzgün hareket
- steady on
- (Askeri) yavaş ve tamam! komutları
- steady on
- sakin ol
- steady on:yava
- (Askeri) Tank atış komutunun bir kısmı. Nişancı STEADY komutu ile kuleyi yavaş yavaş döndürür. DUR anlamına gelen ON komutu ile döndürüşe son verir. Bak. "on"
- steady prices
- (Ticaret) istikrarlı fiyatlar
- steady prices
- (Ticaret) istikrarlı kalan fiyatlar
- steady state
- sabit hal
- steady state
- (Nükleer Bilimler) süreklli hal,kararlı hal
- steady state
- kararlı hal
- steady state acceleration error
- kalici ivme hatasi
- steady state deviation
- kalici durum sapmasi
- steady state exposure
- (Çevre) sabitlenmiş maruz kalma
- steady state kinetics
- (Biyokimya) yatışkın durum devinimi
- steady state oscillation
- kalici durum salinimi
- steady state position error
- kalıcı konum hatası
- steady state solution
- (Askeri) zamandan bağımsız çözüm
- steady wind velocity
- (Meteoroloji) sabit rüzgar hızı
- steadily
- durmadan
Durmadan ileriye gidiyoruz.
- We're steadily moving forward.
- steadily
- boyuna
- slow
- {s} kesat
İşler gerçekten kesatlaştı.
- Business has really slowed down.
Bu günlerde iş çok kesat.
- Business is so slow these days.
- slow
- {s} hızı azaltan
- slow
- {s} sıkıcı
Oyun yavaş ve sıkıcıydı.
- The game was slow, and it was also boring.
Basketbolla karşılaştırıldığında, beyzbolun biraz yavaş ve sıkıcı olabileceği düşünülebilir.
- Compared to basketball, baseball might be considered a little slow and boring.
- slow
- {s} geri kalmış
Saat on dakika geri kalmış.
- The clock is ten minutes slow.
Kol saatim geri kalmış olmalı.
- My watch must be slow.
- steadiness
- {i} sebat
- slow
- ağırkanlı
- slow
- ağırlaşmak
- slow
- kaplumbağa gibi
- steadiness
- metanet
- steady state
- (Denizbilim) denge durumu
- steady state
- (Denizbilim) denge
- steady state
- sürekli durum
- steady state
- (Ticaret) durgun durum
- as steady as
- kadar sabit
- go steady with
- devamlı flört et
- make steady
- sabitleştir
- slow
- {f} yavaşla
Cankurtaranlar kırmızı ışıklarda durmak zorunda değiller ama genellikle yavaşlarlar.
- Ambulances don't have to stop at red lights, but they usually slow down.
Japonya'nın dış yardımları yurttaki ekonomik yavaşlamadan dolayı kısmen azalıyor.
- Japan's foreign aid is decreasing in part because of an economic slowdown at home.
- slow
- (up/down ile) yavaşlamak
- slow
- (sögen) geri
- steadier
- {f} daha sabit
- steadiest
- en sabit
- steadily
- ısrarla
- steadily
- gittikçe
- steadily
- sebatla
- steadily
- muntazaman
- steadiness
- sarsılmazlık
- steadiness
- sabır
- steadiness
- sebatlık
- as steady as
- kadar hareketsiz
- as steady as
- gibi sabit
- ballast, steady
- balast, kararlı
- go steady
- devamlı olarak tek bir kişi ile flört etmek; with ancak (belirli biriyle) çıkmak/gezmek
- go steady with sb.
- sabit sb ile gidin
- going steady
- sürekli gidiyor
- have a steady boyfriend
- sürekli bir erkek arkadaşım var
- have a steady hand
- sarsılmaz bir ele
- hold steady
- sabit tutmak
- slow
- yavaş; ağır, yavaş giden; uzun süren; yavaş yavaş etkileyen: a slow train yavaş giden bir tren. a slow convalescence uzun süren bir
- steadier
- sabit
- steadiness
- sarsilmazlik
- to keep steady
- sabit hızla gitmek
- go steady
- (Fiili Deyim ) hep aynı kızla veya erkekle gezmek , düşüp kalkmak
- go steady
- {k} birbirinden başka kimseyle çıkmamak/flört etmemek
- go steady
- aynı kız oğlanla çıkmak
- go steady with
- {k} sadece (belirli biriyle) çıkmak/flört etmek
- shoe steady pin
- pabuç tutma pimi
- slow
- hızını eksiltmek
- slow
- (fiil) yavaşlamak, yavaşlatmak
- slow
- güç anlayan
- slow
- {s} 1. yavaş; ağır, yavaş giden; uzun süren; yavaş yavaş etkileyen: a slow train yavaş giden bir tren. a slow convalescence uzun süren bir
- slow
- {s} geç
Geçen ay iş biraz yavaştı.
- Business was a little slow last month.
Bu hafta zaman çok yavaş geçti.
- Time passed very slowly this week.
- slow
- {s} geri
Saatim beş dakika geri kalmış.
- My watch is five minutes slow.
Bu saat on dakika geridir.
- This watch is ten minutes slow.
- slow
- {s} eli ağır
- steadiness
- {i} devam
- steadiness
- {i} sabitlik
- steadiness
- {i} kararlılık
- steadiness
- {i} istikrar
- steadiness
- sağduyu/sebat