sorunlu

listen to the pronunciation of sorunlu
التركية - الإنجليزية
(Bilgisayar) failing
troubled

Dan attempted to find out more about Linda's troubled past. - Dan, Linda'nın sorunlu geçmişi hakkında daha fazla bilgi edinmeye çalıştı.

Layla was a troubled teen. - Leyla sorunlu bir ergendi.

problem

Agh. I waited for a long time for the receipt of a present from my mother. However, it's very problematic. - Agh. Annemden bir hediye almak için uzun bir süre bekledim. Ancak, çok sorunludur.

They call us problem children. - Onlar bize sorunlu çocuklar diyorlar.

(someone) who has problems/a problem
problematical
problem-ridden
sorun
trouble

The new government has financial troubles. - Yeni hükümetin malî sorunları var.

The rich have trouble as well as the poor. - Zenginlerin fakirler kadar sorunu vardır.

sorun
issue

Listen to the facts relative to the issue. - Sorunla ilgili gerçekleri dinleyin.

The request became a hot political issue in the presidential campaign. - İstek başkanlık kampanyasında sıcak bir siyasi sorun haline geldi.

sorun
problem

There seems to be some genetic problem with this animal. - Bu hayvanın, bazı kalıtsal sorunları varmış gibi görünüyor.

This could become a big problem. - Bu büyük bir sorun olabilirdi.

sorunlu aileler
problem families
sorunlu çocuklar
problem children
sorunlu aygıtlar
(Bilgisayar) problem devices
sorunlu bölge
plague spot
sorunlu bölge
hot spot
sorun
challenge

This problem is a real challenge. - Bu mesele gerçek bir sorundur.

Climate change is our greatest challenge. - İklim değişikliği en büyük sorunumuzdur.

sorun
chose

I chose to ignore the problem. - Ben sorunu görmezden gelmeyi seçtim.

sorun
drawback
sorun
complication
sorun
{i} difficulty

I had difficulty working out the problem. - Sorunu çözmede zorluk çektim.

We can get over the problem without difficulty. - Biz zorluk olmadan sorunun üstesinden gelebiliriz.

sorun
problem, question, matter, strife, complication, affair, case problem, mesele
sorun
cause

Whoever causes trouble will be the victim of the trouble. - Soruna sebep olan sorunun kurbanı olacaktır.

A traffic accident caused us a lot of trouble. - Bir trafik kazası, bize bir sürü soruna neden oldu.

sorun
{i} grievance
sorun
{i} ill

All the ills of democracy can be cured by more democracy. - Demokrasinin bütün sorunları daha fazla demokrasi ile tedavi edilebilir.

He illustrated the problem with an example. - Sorunu bir örnekle açıkladı.

sorun
puzzle
sorun
affair

The Japanese Dentists Association affair is an incident concerning secret donations from the Japanese Dentists Association to Diet members belonging to the LDP. - Japon Diş Hekimleri Birliği sorunu Japon Diş Hekimleri Birliğinden LDP ye ait olan Diyet üyelerine yapılan gizli bağışlarla ilgili bir olaydır.

A new affair is agitating the police administration. - Yeni bir sorun polis yönetimini tahrik ediyor.

sorun
(Bilgisayar) error
sorun
concern

The question doesn't concern me. - Sorun beni ilgilendirmez.

The Japanese Dentists Association affair is an incident concerning secret donations from the Japanese Dentists Association to Diet members belonging to the LDP. - Japon Diş Hekimleri Birliği sorunu Japon Diş Hekimleri Birliğinden LDP ye ait olan Diyet üyelerine yapılan gizli bağışlarla ilgili bir olaydır.

sorun
look-out
sorun
(Kanun) dispute

Industrial disputes are still a problem. - Endüstriyel anlaşmazlıklar hala bir sorundur.

sorun
snafu
sorun
(Ticaret) job

Tom didn't have as much trouble finding a job as he thought he would. - Tom'un olacağını düşündüğü kadar çok bir iş bulma sorunu olmadı.

As you know, I've lost my job, so I'm having trouble paying all my bills. - Bildiğin gibi, işimi kaybettim, bu yüzden bütün faturalarımı ödemekte sorun yaşıyorum.

sorun
worry

It's not such a big problem. You're worrying way too much. - O öyle büyük bir sorun değil. Oldukça fazla üzülüyorsun.

Don't worry. There's nothing wrong with you. - Endişelenmeyin. Sizde bir sorun yok.

sorun
strife
sorun
(Konuşma Dili) a hornet's nest
sorun
(Konuşma Dili) hornets' nest
sorun
case

I'll always stand by you in case of trouble. - Ben her zaman sorun durumunda hep yanında olacağım.

You have a serious case of sunburn. - Senin ciddi bir güneş yanığı sorunun var.

sorun
question

There is not an answer for your question. - Sorun için cevap yok.

sorun
tribulation
sorun
matter

Tom argued with Mary about the matter. - Tom sorun hakkında Mary ile tartıştı.

I would like to talk with you about this matter. - Bu sorun hakkında seninle konuşmak istiyorum.

sorun
business

It's his problem. It's none of my business. - Bu onun sorunu. Benim işim değil.

sorun
{i} funeral
sorun
trouble of
sorun
packet
sorun
proposition
sorun
hurdle

The biggest hurdle for pupils writing the exam was question fourteen. - Sınava giren öğrencilerin en büyük engeli on dördüncü sorundu.

sorun
lookout
sorun
issue , problem
sorun
hangup
sorun
problem, question, matter; issue, point under consideration
sorun
knot
التركية - التركية
Sorunu olan, problemli
Sorun
dava
Sorun
mesele
sorun
Araştırılıp öğrenilmesi, düşünülüp çözümlenmesi, bir sonuca bağlanması gereken durum, mesele, problem
sorun
çözüm bekleyen karmakarışık durum
sorun
Sıkıntı veren durum, dert
sorunlu
المفضلات