Kule sola doğru hafifçe eğildi.
- The tower leaned slightly to the left.
Başı bir tarafa doğru hafifçe eğik, sessizce ayakta durdu.
- She stood silently, her head tilted slightly to one side.
Eşimin elleri tezgahtarınkinden biraz daha küçük.
- My wife's hands are slightly smaller than the shop assistant's.
En küçük şeylerden depresyona girerim.
- I get depressed by the slightest things.
Ne yapacağıma dair en ufak bir fikrim yok.
- I don't have the slightest idea what to do.
En ufak bir şüphe olmadan, rüya daha önceki hayattan bir hatıraydı.
- Without the slightest doubt, the dream was a memory from a previous life.
a slight (i.e., not severe) pain.
Tom is slightly overweight.
- Tom is slightly overweight.