Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank lent her 500 dollars.
O, ona nerede yaşadığını sordu.
- He asked her where she lived.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank loaned him 500 dollars.
Ona söyleyecek hiçbir şeyim yok.
- I've got nothing to say to him.
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
- This is a good book, but that one is better.
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
- This is a good book, but that is better.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't like you anymore.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't love you anymore.
O bizim beyzbol sahamızdır.
- That is our baseball field.
Tatoeba Projesi bizim sanal evimizdir.
- Tatoeba Project is our virtual home.
Birisi beni dışarı çıkarsın. İçeride kilitli kaldım.
- Let me out, somebody. I'm locked in.
Onun bir gün birisi olacağından eminim.
- I'm sure he's going to be somebody someday.
Sizin bir öğretmen olduğunuzu biliyorum.
- I know that you're a teacher.
Siz insanları anlamıyorum.
- I don't see your point.
Biri bu tabağı kırdı.
- Somebody has broken this dish.
Olabildiğince tuhaf, o ölü olduğu söylenilen biriyle karşılaştı.
- As strange as it may be, he met with somebody who is said to be dead.
Birisi onun kolundan tuttuğunda o korkudan çığlık attı.
- She screamed with horror as someone took hold of her arm.
Birisi bana içtiğin her sigara ömründen yedi dakika alır dedi.
- Someone told me that every cigarette you smoke takes seven minutes away from your life.
Onun kız arkadaşı Japon.
- His girlfriend is Japanese.
Onun favori beyzbol takımı Devler'dir, fakat o Aslanlar'ı da seviyor.
- His favorite baseball team is the Giants, but he also likes the Lions.
Onlara karşı çıkmak hiçbir şeye yaramaz.
- It'll be useless to stand against them.
Nagasaki çevresinde onlara rehberlik edebilmem için kadınla birlikte gittim.
- I went with the women so that I could guide them around Nagasaki.
Takımımız beyzbolda onları 5-0 mağlup etti.
- Our team defeated them by 5-0 at baseball.
The Network'ün kasım meselesinde görünen raporunun 70 kopyasını üretmek ve onları ajanlarımıza dağıtmak mümkün mü?
- Is it possible to reproduce 70 copies of your report which appeared in the November issue of The Network and distribute them to our agents?
Geçen sene Bayan Kato sizin öğretmeniniz miydi?
- Was Ms. Kato your teacher last year?
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I bumped into your dad yesterday.
Bu kadarı yeter. Ben artık istemiyorum.
- That's enough. I don't want any more.
Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.
- See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much.
Keşke o zaman bütün hikayeyi bana anlatsaydın!
- If only you had told me the whole story at that time!
Keşke Tom daha iyi bir Fransızca konuşanı olabilse.
- Tom wishes that he could be a better French speaker.
Kendi kendine şöyle dedi: Bu operasyon başarıyla sonuçlanacak mı?
- He said to himself, Will this operation result in success?
Bazen büyük babam kendi başına bırakıldığında, kendi kendine konuşur.
- Sometimes my grandfather talks to himself when left alone.
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
- I'm going to help Tom do something this afternoon.
Tom asla ağzını birşeyi şikayet etmeden açmaz.
- Tom never opens his mouth without complaining about something.
Yağmur nedeniyle onların gezisi ertelendi.
- Their trip has been cancelled due to rain.
Onların erkek çocuğunun adı John.
- Their son's name is John.
Böyle bir yerde asla böylesine güzel bir otel ummuyordum.
- I never expected such a nice hotel in a place like this.
Böylesine loş bir odada çalışmak imkansızdır.
- It's impossible to work in a room this dim.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.
- I don't know anything about her family.
Bu kadar uzun bir zamandan sonra bu şarkıyı İşitmek gerçekten eski zamanları geri getiriyor.
- Hearing this song after so long really brings back the old times.
Asla tekrar bu kadar geç kalma.
- Never be this late again.
Bu araba ötekinden daha iyi bir çalışmaya sahip.
- This car has a better performance than that one.
O, sırrı kendine sakladı.
- She kept the secret to herself.
Jane'nin hayali kendine yaşlı ve zengin bir sevgili bulmaktı.
- Jane's dream was to find herself a sugar daddy.
Onu Kaliforniya'ya gönderiyorum.
- I'm sending her to California.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet her at the coffee shop.
Yeni bir araba satın alması için babasına baskı yaptığında Catherine'nin bir art niyeti vardı; O, arabayı kendisinin sürebileceğini umuyordu.
- Catherine had an ulterior motive when she urged her father to buy a new car. She hoped that she'd be able to drive it herself.
Mary gerçekten harika. O benim için harika bir yemek pişirdi ve bulaşıkları bile kendisi yıkadı.
- Mary is really great. She cooked a wonderful meal for me and even washed the dishes herself.
Seni ondan daha çok seviyorum.
- I love you more than her.
Bu eski madeni paraları ondan aldım.
- I got these old coins from her.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- She promised to meet him at the coffee shop.
Onunla beraber olduğun sürece mutlu olamazsın.
- As long as you are with him, you can't be happy.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- He said NO to himself. He said YES aloud.
Kendisine Fransızca öğretti.
- He taught himself French.
Bu biraz farklı bir şeydi ve beraber takıldığım insanlar bunlardan takıyordu.
- It's something a bit different and the people I was hanging around with wore them.
Köpeğini besleyecek bir şey almak için biraz paraya ihtiyacı vardı.
- She needed some money to buy something to feed her dog.
Böyle bir durumun tekrar olacağının olası olmadığını düşünüyorum.
- I think it's unlikely that a situation like this one would ever occur again.
Allah'a inanan kim böyle bir şey yapardı?
- Who that believes in God would do such a thing?
Şu gömlek için sadece on dolar ödedi.
- He only paid ten dollars for that shirt.
Bu, bir kişi için küçük bir adımdır ama insanlık için dev bir sıçramadır.
- That's one small step for man, one giant leap for mankind.
Kilo alacağı korkusuyla diyet yapıyor.
- She is on a diet for fear that she will put on weight.
Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.
- In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life.
Onlar parlak renkli kurbağalar olduğunu söylüyorlar fakat ben onları asla görmedim.
- They say there are bright-colored frogs, but I've never seen them.
The Network'ün kasım meselesinde görünen raporunun 70 kopyasını üretmek ve onları ajanlarımıza dağıtmak mümkün mü?
- Is it possible to reproduce 70 copies of your report which appeared in the November issue of The Network and distribute them to our agents?
Bu kravat sana çok iyi uyuyor.
- That tie suits you very well.
Sana satranç oynamayı öğreteceğim.
- I will teach you to play chess.
Bir pizza falan sipariş edebiliriz.
- We could order a pizza or something.
Aptal ya da falan olduğumu düşünüyor musun?
- Do you think I'm stupid or something?
Sana önemli bir şey söylemek istiyorum.
- I want to tell you something important.
Önemli bir şey biliyor gibi görünüyor.
- She seems to know something important.
Bu, onun kendi çizimi olan bir resimdir.
- This is a picture of her own painting.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
- The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Olağanüstü bir şey görmek istiyor musun?
- Do you want to see something extraordinary?
Tatlı bir şey istiyorum.
- I want something sweet.
Bana yapacak bir şey ver.
- Give me something to do.
Bu şarkı o kadar acıklı ki gözlerimi yaşarttı.
- This song is so moving that it brings tears to my eyes.
O kadar kötü birisi ki kimse ondan hoşlanmaz.
- He is such a bad person that everybody dislikes him.
O kadar iyi bir kitap ki onu üç kez okudum.
- That was so good a book that I read it three times.
Ne yazık ki o yatakta hastaydı.
- I regret to say that he is ill in bed.
Öylesine büyük bir malikhâneyi nasıl idare edeceğimi bilmiyorum.
- I don't know how to manage that large estate.
Öylesine sıcak bir gündü ki yüzmeye gittik.
- It was such a hot day that we went swimming.
O gitar o kadar pahalı ki onu satın alamam.
- That guitar is so expensive that I can't buy it.
Bu o kadar ağır bir kutu ki onu taşıyamam.
- This is so heavy a box that I can't carry it.
Tom o kadar hızlı koştu ki ona yetişemedim.
- Tom ran so fast that I couldn't catch him.
O, o kadar hızlı koştu ki ona yetişemedim.
- He ran so fast that I couldn't catch up with him.
Bir yabancı omzuma arkadan dokundu. Beni başka birisiyle karıştırmış olmalı.
- A stranger tapped me on the shoulder from behind. He must have mistaken me for someone else.
Kaybedecek bir şeyi olmayan birine meydan okuma.
- Don't challenge someone who has nothing to lose.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
- I'm going to help Tom do something this afternoon.
Güneşin etrafında dönen dokuz gezegen vardır,Dünya onlardan biridir.
- There are nine planets travelling around the sun, the earth being one of them.
Onlardan herhangi birini seçebilirsiniz.
- You may choose any of them.
Böyle kirleticiler çoğunlukla otomobil motorlarındaki yakıt tüketiminden kaynaklanmaktadır.
- Pollutants like this derive mainly from the combustion of fuel in car engines.
Ben böyle bir şapka almakla ilgileniyorum.
- I am interested in getting a hat like this.
Tatoeba: Bizim sizden daha eski cümlelerimiz var.
- Tatoeba: We've got sentences older than you.
Yakında sizden haber almak için sabırsızlanıyorum.
- I am looking forward to hearing from you soon.
Fark bu: o senden daha çok çalışıyor.
- The difference is this: he works harder than you.
Ben senden daha güzelim.
- I am more beautiful than you.
Bu araba onunki gibi görünüyor.
- It looks like this car is his.
Senin çevirini onunkiyle kıyasla.
- Compare your translation with his.
Birinin ününü sürdürmek zordur.
- It is hard to maintain one's reputation.
Bir dil öğrenmenin geleneksel yolu olsa olsa birinin görev duygusunu tatmin edebilir ama o bir sevinç kaynağı olarak hizmet edemez. Ayrıca muhtemelen başarılı olmayacaktır.
- The traditional way of learning a language may satisfy at most one's sense of duty, but it can hardly serve as a source of joy. Nor will it likely be successful.
Japon olanları bir yana bırak, onun çok sayıda yabancı pulları var.
- He has many foreign stamps, not to mention Japanese ones.
Eski olanlarının yanı sıra çağdaş Farsça şiirler batı dünyasında bilinmemektedir.
- Contemporary Persian poems haven’t been known in west world as well as ancient ones.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
O onun biri olduğunu düşünüyor ama aslında hiç kimse değil.
- He thinks he is somebody, but really he is nobody.
O, şüpheleneceğin bir kimse değildi.
- He wasn't someone you'd suspect.
Bugün belirli bir kimse müthiş kırılgan oluyor.
- A certain someone is being awfully fragile today.
Sıkılmış bir yumrukla kimsenin elini sıkamazsın.
- You can't shake someone's hand with a clenched fist.
Neden kimse Tom'a yardım etmedi?
- Why didn't someone help Tom?
Artık seni sevmiyorum.
- I no longer love you.
Seni anlamak gerçekten çok zor.
- Understanding you is really very hard.
Sizin bir öğretmen olduğunuzu biliyorum.
- I know that you're a teacher.
Bu otobüs sizi müzeye götürecek.
- This bus will take you to the museum.
Size kuralları ihlal etmek için izin verilmez.
- You are not allowed to violate the rules.
Size patatesleri haşlayacağım.
- I'll boil you the potatoes.
Geçen sene Bayan Kato senin öğretmenin miydi?
- Was Ms. Kato your teacher last year?
Bu senin Japonya'ya ilk ziyaretin mi?
- Is this your first visit to Japan?
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
This is her book.
She treated him for a cold (direct object).
The decision was his to live with.
Ahab his mark for Ahab's mark.
This is his book.
With Hit Girl, Moretz is this year's It Girl, alternately sweet, savage and scary.
He saw to it that everyone would vote for him.
It's me. John.
In the next game, Adam and Tom will be it….
Let's play it at breaktime.
It’s lonely without you.
Take each day as it comes.
She took the baby and held it in her arms.
It wasn't me.
Come with me.
Can you hear me?.
Me and my friends played a game.
Wilfred Owen (1893–1918), The Letter - And give us back me cigarette!.
He gave me this.
I recognised him because he had attended my school.
Paying no attention to Lizzy, Mrs. Gibson began calling out our names in alphabetical order.
Thirdly, I continue to attempt to interdigitate the taxa in our flora with taxa of the remainder of the world.
I'm going to see our Terry for tea.
I'm tired of being a nobody - I want to be a somebody.
Is someone there?.
I have a feeling something good is going to happen today.
She has a certain something.
She wiped something with a cloth, wiped at the wall shelf, and put the something on it, clinking glass.
The performance was something of a disappointment.
Oh how we somethinged on the hmmm hmm we were wed. Dear, was I ever on the stage?”.
He looks a something behind that big desk.
She's really something. I can't believe she would do such a mean thing.
I did the run last year, and it wasn't that difficult.
That it is.
I like the song that you wrote.
That was an interesting example.
I'm just not that sick.
That battle was in 1450.
He told me that the book is a good read.
He must die that others might live.
This is probably their cat.
She treated them for a cold. (direct object).
If there be found among you, within any of thy gates which the LORD thy God giveth thee, man or woman, that hath wrought wickedness in the sight of the LORD thy God, in transgressing his covenant, nd hath gone and served other gods, and worshipped them, either the sun, or moon, or any of the host of heaven, which I have not commanded; nd it be told thee, and thou hast heard of it, and enquired diligently, and, behold, it be true, and the thing certain, that such abomination is wrought in Israel: hen shalt thou bring forth that man or that woman, which have committed that wicked thing, unto thy gates, even that man or that woman, and shalt stone them with stones, till they die.
Them kids need to grow up.
This classroom is where I learned to read and write.
I met this woman the other day who's allergic to wheat. I didn't even know that was possible!.
Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
- Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
You'll suffer because of that.
- You will suffer because of that.
I feel happy because I am quit of that trouble.
- I'm glad to be rid of that trouble.
Do you study English every day?
- Her gün İngilizce çalışıyor musun?
These are on sale everywhere.
- Bunlar her yerde satılıyor.
I'm feeling better today.
- Bugün kendimi daha iyi hissediyorum.
Music that doesn't transmit feelings, images, thoughts, or memories is just background noise.
- Hisleri, görüntüleri, düşünceleri ya da anıları iletmeyen müzik sadece arka fon gürültüsüdür.
I've had a runny nose for two days and I've been feeling an uncomfortable sensation in my throat.
- İki gündür burnum akıyor ve boğazımda bir rahatsızlık hissediyorum.
I can't feel anything in my left foot; there's no sensation at all.
- Ben sol ayağımda bir şey hissedemiyorum; hiç duygu yok.
I sensed what was happening.
- Ne olduğunu hissettim.
She must have sensed something odd.
- Garip bir şey hissetmiş olmalı.
Mary has nobody to talk with, but she doesn't feel lonely.
- Mary'nin konuşacak hiç kimsesi yok fakat o kendini yalnız hissetmiyor.
I'm feeling a lot better.
- Çok daha iyi hissediyorum.
Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
- Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
His daughter is eager to go with him anywhere.
- Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
Each person paid one thousand dollars.
- Her biri bin dolar ödedi.
The president appointed each man to the post.
- Genel müdür her bir adamı görevine atadı.
Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
- Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
Bill is honest all the time.
- Bill her zaman dürüsttür.
Tom came into the living room, not wearing any pants.
- Tom herhangi bir pantolon giymeden oturma odasına girdi.
Pandas spend at least 12 hours each day eating bamboo.
- Pandalar her gün en az 12 saati bambu yiyerek geçirirler.
Only God can safely be omnipotent.
- Sadece Tanrı güvenle her şeye gücü yeter olabilir.
How many omnivorous children are patients in hospital?
- Hastanede her şeyi yiyen kaç çocuk hasta var?
I always felt emotionally abused.
- Kendimi hep duygusal olarak kötüye kullanılmış hissettim.
They felt many emotions on their wedding day.
- Düğün günlerinde çok duygular hissettiler.
Everyone has the right to rest and leisure, including reasonable limitation of working hours and periodic holidays with pay.
- Her şahsın dinlenmeye, eğlenmeye, bilhassa çalışma müddetinin makul surette sınırlandırılmasına ve muayyen devrelerde ücretli tatillere hakkı vardır.
Each person paid one thousand dollars.
- Her biri bin dolar ödedi.
Tom does this every single time.
- Tom bunu her zaman yapar.
Tom comes here every single day.
- Tom her tek günde buraya gelir.
His story may sound false, but it is true for all that.
- Onun hikayesi düzmece görünebilir fakat her şeye rağmen gerçektir.
He was in favor of equality for all.
- O, herkes için eşitliğin lehindeydi.
You may take either of the two books.
- İki kitaptan herhangi birini alabilirsin.
I don't like either of them.
- Ben, onlardan herhangi birini sevmiyorum.
Do you believe in extrasensory perception?
- Altıncı hisse inanıyor musun?
I wonder if I should trust my instincts.
- Hislerime güvenmem gerekip gerekmediğini merak ediyorum.
He believes whatever I say.
- O, söylediğim her şeye inanır.
I'll do whatever you want me to do.
- Ben senin yapmamı istediğin her şeyi yapacağım.
His parents helped whoever asked for their help.
- Onun ebeveynleri yardımlarını isteyen herkese yardım etti.
Give it to whoever wants it.
- Onu her kim isterse ona ver.
Tom couldn't help but feel sentimental.
- Tom duygusal hissetmekten kendini alamadı.