savaşçı

listen to the pronunciation of savaşçı
التركية - الإنجليزية
warrior

The warrior is conscious of both his strength and his weakness. - Savaşçı hem gücünün hem de zayıflığının bilincindedir.

Warriors never complain! - Savaşçılar asla şikayet etmez!

fighter

Was John Brown a terrorist or a freedom fighter? - John Brown bir terörist mi yoksa bir özgürlük savaşçısı mıydı?

Those who are terrorists for some, are freedom fighters for others. - Bazıların terörist dedikleri diğerleri için özgürlük savaşçısıdır.

(someone) who advocates war or the use of military force
fighting

He was a brave warrior who had spent most of his life fighting his enemies. - O hayatının çoğunu düşmanlarıyla savaşarak harcamış cesur bir savaşçıydı.

warlike
combatant
bellicose
belligerent
hawk, person who advocates war or the use of military force
struggler, fighter
trigger-happy
warlike, bellicose, aggressive
(someone) who's willing to struggle (for something)
combatant, fighter, warrior
martial
fighter, combatant, warrior; warlike, bellicose
militant
militarist
Amazonian
trigger happy
savaş
warfare

Dan was an expert at psychological warfare. - Dan bir psikolojik savaş uzmanıydı.

Trench warfare characterized the 1914-1918 War. - Siper savaşı 1914-1918 savaşını simgeler.

Savaş
(isim) War

Gerhard Schroeder is the first German chancellor not to have lived through World War II. - Gerhard Schröder, II. Dünya Savaşı boyunca yaşamayan ilk şansölyedir.

War is a crime against humanity. - Savaş, insanlık dışı bir suçtur.

savaş
{i} battle

Sometimes the Allies could not avoid battle. - Müttefikler bazen savaştan kaçınamadı.

At the Battle of Verdun, French forces stopped a German attack. - Verdun Savaşında,Fransız güçleri bir Alman saldırısını durdurdu.

savaşçı asker, harpçi asker
warrior, soldier, soldiers harpçi
savaşçı siyaset
militarism
savaş
{i} combat

The art of modern warfare does not necessarily require soldiers to be armed to the teeth to be effective as combatants. - Modern savaş sanatı dövüşçüler gibi etkili olmak için tepeden tırnağa silahlandırılacak askerleri muhakkak gerektirmez.

He was sent into combat. - O, savaşa gönderildi.

savaş
fought

I didn't know that Mr. Williams fought in the Vietnam War. - Bay Williams'ın Vietnam Savaşı'nda savaştığını bilmiyordum.

People fought over supplies. - İnsanlar malzemeler için savaştı.

savaş
{i} campaign

Eisenhower had campaigned to end the war. - Eisenhower, savaşı sona erdirmek için mücadele etti.

savaş
strife
savaş
game

This game has you battle against hordes of evil stoats. - Bu oyun seni kötü gelincik sürülerine karşı savaştırır.

savaş
action

The army was involved in a number of brilliant actions during the battle. - Ordu savaş sırasında bir dizi görkemli eylemlerde yer aldı.

Tom began to experience remorse for his actions during the war. - Tom, savaş sırasındaki eylemleri için pişmanlık duymaya başladı.

savaş
struggle

There's no sign of a struggle. - Bir savaş işareti yok.

That fight seemed like a life-or-death struggle. - Bu savaş, bir yaşam ya da ölüm mücadelesi gibi görünüyordu.

savaş
fight

A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death. - Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.

The American Navy was ready to fight. - Amerikan Donanması savaşmaya hazırdı.

savaş
wage war
savaş
{i} crusade
savaş
hostilities
savaş
conflict

The Winter War was a military conflict between Finland and the Soviet Union. - Kış Savaşı, Finlandiya ile Sovyetler Birliği arasındaki askeri bir çatışmaydı.

The First World War began as a regional conflict and become one of history's worst humanitarian catastrophes. - Birinci Dünya Savaşı bölgesel bir çatışma olarak başlamış ve tarihin en kötü insanlık felaketlerinden biri olmuştur.

(y) f. muharib, savaşçı. kavgacı
(Y) f. muharib, warrior. scrappy
kızılderili savaşçı
brave
savaş
the battle
Hazreti davut ın öldürdüğü filistinli savaşçı
Goliath
kadın savaşçı
Amazon
kadın savaşçı
virago
savaş
fray
savaş
struggle, fight, striving
savaş
fighting

They're fighting fiercely now but I assure you they'll bury the hatchet before long. - Onlar şimdi şiddetle mücadele ediyorlar fakat çok uzun zaman geçmeden önce savaş baltasını gömeceklerine sizi temin ederim.

The fighting lasted one week. - Savaş bir hafta sürdü.

savaş
war; battle; fight, struggle, combat; martial
savaş
wartime

The wartime Congress had no money. - Savaş Kongresi'nin hiç parası yoktu.

Anarchy can happen during wartime. - Savaş sırasında anarşi olabilir.

vahşi savaşçı
(ıskandinav) berserker
التركية - التركية
İyi veya çok savaşan, savaşkan, cengâver
Savaşa katılan kimse
Savaşan, savaş durumunda bulunan, muharip
Savaşan, savaş durumunda bulunan, muharip. İyi veya çok savaşan, savaşkan, cengâver
muharip
cidalci
savaş
Bir şeyi ortadan kaldırmak, yok etmek amacıyla girişilen mücadele
savaş
Devletlerin diplomatik ilişkilerini keserek giriştikleri silahlı mücadele, muharebe, harp
savaş
Hayvanların birbirleriyle yaptığı mücadele
savaş
Uğraşma, kavga, mücadele
Savaş
harp
Savaş
kıtal
Savaş
kavga
savaş
Devletlerin diplomatik ilişkilerini keserek giriştikleri silâhlı mücadele, harp
savaşçı
المفضلات