Look but don't touch, says the fruit vendor.
- Meyve satıcısı Bak ama dokunma diyor.
There were cotton candy vendors in the shrine.
- Türbede pamuk şekeri satıcıları vardı.
He began to suspect something was wrong when the seller didn't allow him to test the item before buying it.
- O, malı almadan önce satıcının onu test etmesine izin vermediğinde bir şeyin yanlış olduğundan şüphelenmeye başladı.
After considerable argument, the buyer and the seller finally came to terms.
- Hatırı sayılır bir tartışmadan sonra, alıcı ve satıcı anlaşmaya vardı.
He makes a living as a salesman.
- Bir satıcı olarak geçimini sağlıyor.
He disguised himself as a salesman and visited her house.
- Bir satıcı olarak kimliğini gizledi ve onun evini ziyaret etti.
I heard that Tom used to hang out with drug dealers and murderers.
- Tom'un eskiden uyuşturucu satıcıları ve katillerle takıldığını duydum.
That car dealer gave me a bum steer when he told me this used Toyota was in good condition.
- O araba satıcısı bu kullanılmış Toyota'nın iyi durumda olduğunu söylediğinde bana yanlış bilgi vermiş.
The peddler carried a big bundle on his back.
- Seyyar satıcı sırtında büyük bir paket taşıyordu.
The shopkeeper urged me to buy it.
- Satıcı onu almam için ısrar etti.
He's a dishonest salesperson.
- Bu, dürüst olmayan bir satıcı.