sadede

listen to the pronunciation of sadede
التركية - الإنجليزية
adrem
sade
simple

Tom ate plain and simple food. - Tom, sade ve basit bir yemek yedi.

She wore a simple dress. - O sade bir elbise giymişti.

sade
plain

I'm just a plain office worker. - Ben sadece düz bir ofis çalışanıyım.

Tom ate plain and simple food. - Tom, sade ve basit bir yemek yedi.

sadede gelmek
(deyim) Get down to brass tacks: to start talking about the most important or basic facts of a situation:
sadede dönmek
hark back
sadede gelelim
cut the cackle
sadede gelmek
hark back
sadede gelmek
come to the point
sade
only

Walking from the station to the house takes only five minutes. - İstasyondan yürüyerek eve gitmek sadece beş dakika.

The pulao with meat is eight yuan. The vegetarian pulao is only four yuan. - Etli pilav sekiz yuan. Vejetaryen pilav sadece dört yuan.

sade
pure

All characters appearing in this work are fictitious. Any resemblance to real persons, living or dead, is purely coincidental. - Bu eserde görünen tüm karakterler tamamen hayal ürünüdürler. Yaşayan ya da ölü gerçek kişilere olan herhangi bir benzerlik sadece rastlantıdır.

Everything he told us was pure fabrication. - Onun bize anlattığı her şey sadece uydurmaydı.

sade
sober
sade
bald
sade
{s} stark
sade
just

I'm just going to rest during the summer vacation. - Yaz tatili sırasında sadece dinleneceğim.

Jazz isn't dead, it just smells funny. - Caz ölmedi, sadece komik kokuyor.

sade
severly
sade
single-minded
sade
low-key
sade
severest
sade
neat

If you make a mistake, just cross it out neatly. - Eğer bir hata yaparsanız, sadece düzgün bir şekilde çiziniz.

sade
naked
sade
unornamented
sade
(Konuşma Dili) in black and white
sade
modest

Tom is just being modest. - Tom sadece mütevazi oluyor.

Maybe Tom is just being modest. - Belki de Tom sadece mütevazi davranıyor.

sade
austerity
sade
severer
sade
cool

Sarah's young friends were starting to be scared. Only she kept her cool and reassured her friends. - Sarah'nın genç arkadaşları korkmaya başladı. Sadece o soğukkanlılığını korudu ve arkadaşlarını rahatlattı.

We just don't think it's cool. - Biz sadece serin olduğunu düşünmüyoruz.

sade
naive

I'm not naive, I'm just an optimist. - Ben saf değilim, sadece iyimserim.

sade
(Argo) bog standard
sade
literal
sade
absolute

No, you are absolutely wrong. Tom is not radical but conservative. He just hates liberalism. - Hayır, kesinlikle hatalısın. Tom radikal değil muhafazakardır. Sadece liberalizmden nefret ediyor.

It is exactly the same thing, just absolutely different. - Bu tam olarak aynı şey, sadece tamamen farklı.

sade
clear-cut
sade
singleminded
sade
without sugar
sade
restrained
sade
{s} bare

Tom just barely passed the test. - Tom testi sadece zar zor geçti.

I caught a big fish yesterday with my bare hands. - Dün sadece ellerimle büyük bir balık yakaladım.

sade
artless
sade
severe

I just got over a severe illness. - Ben sadece ağır bir hastalık atlattım.

sade
quiet

Calvin Coolidge was quiet and plain-looking. - Calvin Coolidge sessiz ve sade görünümlüydü.

If you want me to be quiet, just ask. - Sessiz olmamı istiyorsan, sadece iste.

sade
black

Only the blackest of hearts could leave that poor kitty out on the street in the cold. - Sadece katı kalpli biri şu zavallı yavru kediyi bu soğukta sokağa terkedebilir.

He drinks his coffee black every time. - O, her zaman kahvesini sade içer.

sade
lowly
sade
conservative

No, you are absolutely wrong. Tom is not radical but conservative. He just hates liberalism. - Hayır, kesinlikle hatalısın. Tom radikal değil muhafazakardır. Sadece liberalizmden nefret ediyor.

sade
unvarnished
hemen sadede
get straight to the point
sade
mere

It was a mere chance that I found it. - Onu bulmam sadece bir şanstı.

How to merely get tea? - Sadece çay nasıl alınır?

sade
frugal
sade
unmixed
sade
merely

How to merely get tea? - Sadece çay nasıl alınır?

He said it merely as a joke. - O, onu sadece bir şaka olarak söyledi.

sade
unsophisticated
sade
homely
sade
simple, plain, unadorned; unaffected, unpretentious
sade
simplificative
sade
russet
sade
rustic
sade
austere
sade
chaste
sade
(coffee) that's drunk black and unsweetened
sade
unadorned
sade
frugally
sade
plain; simple; pure; austere, modest; unmixed, neat; unadorned, unornamented; (kahve) black, without sugar
sade
homespun
sade
only, solely, merely, just
sade
attic
sade
arcadia
sade
undecked
الإنجليزية - الإنجليزية

تعريف sadede في الإنجليزية الإنجليزية القاموس.

Sade
{i} family name (Hebrew); Helen Folasade Adu (born 1959), famous English singer born in Nigeria
Sade
French writer of novels, plays, and short stories characterized by a preoccupation with sexual violence
sade
French soldier and writer whose descriptions of sexual perversion gave rise to the term `sadism' (1740-1814)
sade
alternative spelling of sadhe
التركية - التركية

تعريف sadede في التركية التركية القاموس.

sadede gelmek
Asıl konuya gelmek, işin özünü söylemek, esas meseleyi konuşmak
SADEDE GELMEK
(Hukuk) Asıl konuya gelmek
SADE
(Osmanlı Dönemi) Sadakat, sıdk gibi mânâlara da gelir
SADE
(Osmanlı Dönemi) (Sayd. dan) Mâzi fiilidir. "Avlandı" mânâsındadır. ( dan) "Bağır, ilân et" mânâsına emirdir. Meydan okumak, âciz bırakmak mealinde ve i'caz yoluna işaret eder "sâd" diye okunur
Sade
minimal
Sade
şekersiz
sade
Süsü, gösterişi olmayan; yalın, gösterişsiz
sade
Yalın, süssüz, anlaşılır olan (üslup): "Lirik şiir en halis şairlerin elinde gayet sadedir."- Y. K. Beyatlı
sade
Yalın, süssüz, anlaşılır olan
sade
Yalnızca, yalnız, ancak, sadece
sade
Süsü, gösterişi olmayan, yalın, gösterişsiz: "İki ufak çocuk konuşarak gidiyor; hâlleri o kadar sade, o kadar sevimli ki, imrenmemek mümkün değil."- M. Ş. Esendal. Şekersiz (kahve). (sa: 'de) Yalnızca, yalnız, ancak, sadece: "Hem düşünmeli ki insan kısmı sade para ile doymaz."- R. N. Güntekin
sadede
المفضلات