sıkıntıyla

listen to the pronunciation of sıkıntıyla
التركية - الإنجليزية
dismally
{a} horribly, gloomily, sorrowfully
In a dismal manner
gloomily, sadly, cheerlessly
in a cheerless manner; "in August 1914 , there was a dismally sentimental little dinner, when the French, German, Austrian and Belgian members of the committee drank together to the peace of the future
in a dreadful manner; "as he looks at the mess he has left behind he must wonder how the Brits so often managed to succeed in the kind of situation where he has so dismally failed"
In a dismal manner; gloomily; sorrowfully; uncomfortably
sıkıntı
distress

The news distressed her. - Haber onu sıkıntıya soktu.

Famine caused great distress among the people. - Açlık insanlar arasında büyük sıkıntıya neden oldu.

sıkıntı
nuisance

Tom is a real nuisance. - Tom gerçek bir sıkıntı.

I hate to be a nuisance. - Ben bir sıkıntı olmaktan nefret ederim.

sıkıntı
{i} boredom

Autistic children don't know what boredom is. - Otistik çocuklar can sıkıntısının ne olduğunu bilmezler.

Boredom is his worst enemy. - Can sıkıntısı onun en kötü düşmanı.

sıkıntı
bother

I'm sorry to have bothered you. - Seni sıkıntıya soktuğum için üzgünüm.

Stop bothering my wife. - Karıma sıkıntı vermeyi kesin.

sıkıntı
trouble

Don't give me any more trouble. - Bana daha fazla sıkıntı verme.

I could tell at a glance that she was in trouble. - Bakar bakmaz bir sıkıntısı olduğunu anlamıştım.

sıkıntı
embarrassment
sıkıntı
discomfort, hardship, difficulty, adversity; trouble, inconvenience; boredom; annoyance, worry; depression; straits, shortage, distress
sıkıntı
{i} fret
sıkıntı
{i} tribulation
sıkıntı
{i} discomfort
Sıkıntı
(Tıp) hebetude
sıkıntı
{i} gloominess
sıkıntı
{i} weight
sıkıntı
{i} fear
sıkıntı
burden
sıkıntı
troubled

Tom has a troubled past. - Tom'un sıkıntılı bir geçmişi var.

Tom doesn't look troubled at all. - Tom hiç sıkıntılı görünmüyor.

sıkıntı
labor
sıkıntı
pressure

The pressures of supporting a big family are beginning to catch up with him. - Büyük bir aileyi geçindirmenin sıkıntıları onunla arayı kapatmak için başlıyor.

sıkıntı
discommodity
sıkıntı
stress
sıkıntı
shortage

In 2010, there was a shortage of H1N1 vaccine. - 2010 yılında, H1N1 aşısı sıkıntısı vardı.

There is no need to worry about shortages for the moment. - Sıkıntılar hakkında şu an endişelenmenize gerek yoktur.

sıkıntı
dolefulness
sıkıntı
agitate
sıkıntı
uneasiness
sıkıntı
heebie-jeebies
sıkıntı
depression
sıkıntı
dullness
sıkıntı
oppression
sıkıntı
hardship

He is really dull to hardship. - O, sıkıntıya karşı gerçekten duyarsız.

He put up with the greatest hardship that no one could imagine. - O, kimsenin hayal edemeyeceği en büyük sıkıntıya katlandı.

sıkıntı
onerousness
sıkıntı
adversity

Adversity is the best school. - Sıkıntı en iyi okuldur.

Despite adversity, the architect achieved worldwide fame. - Sıkıntıya rağmen, mimar dünya çapında üne ulaştı.

sıkıntı
inconvenience

The convenience store robbery was a great inconvenience to me. - Mağaza soygunculuğu benim için büyük bir sıkıntı oldu.

We apologize for the inconvenience. - Sıkıntı için özür dileriz.

sıkıntı
penury
sıkıntı
knock
sıkıntı
worry

There is no need to worry about shortages for the moment. - Sıkıntılar hakkında şu an endişelenmenize gerek yoktur.

sıkıntı
gloom

Why are you so gloomy? - Neden bu kadar sıkıntılısın?

sıkıntı
grievance
sıkıntı
affliction
sıkıntı
straits

If she continues to live with a man she doesn't love for his money, the day will come when she will despair and be in dire straits. - O parası için sevmediği bir adamla yaşamaya devam ederse, onun umudunu keseceği ve müthiş sıkıntıda olacağı gün gelecektir.

She was in dire straits, but made a virtue out of necessity. - O çok sıkıntıdaydı ama mecbur olduğu işi isteyerek yaptı.

sıkıntı
malaise
sıkıntı
harassment
sıkıntı
want

We don't want any trouble. - Bir sıkıntı istemiyoruz.

I don't want to cause you any trouble. - Sana herhangi bir sıkıntı vermek istemiyorum.

sıkıntı
incubus
sıkıntı
{i} load
sıkıntı
jut
sıkıntı
annoyance

I can understand Tom's annoyance. - Tom'un sıkıntısını anlayabiliyorum.

Tom tried to hide his annoyance. - Tom sıkıntısını gizlemeye çalıştı.

sıkıntı
toils
sıkıntı
financial difficulties, financial straits
sıkıntı
agitation
sıkıntı
the megrims
sıkıntı
willies
sıkıntı
doldrums
sıkıntı
difficulty

If you have any difficulty, ask me for help. - Eğer herhangi bir sıkıntın olursa, benden yardım iste.

Are you in any difficulty? - Herhangi bir sıkıntı içinde misin?

sıkıntı
distress, trouble, difficulty; annoyance, worry; depression; boredom
sıkıntı
bore

Autistic children don't know what boredom is. - Otistik çocuklar can sıkıntısının ne olduğunu bilmezler.

To be honest, his talks are always a bore. - Dürüst olmak gerekirse, onun konuşmaları her zaman bir sıkıntı.

sıkıntı
draft
sıkıntı
anxiety
sıkıntı
megrims
sıkıntı
botheration
sıkıntı
dire straits

If she continues to live with a man she doesn't love for his money, the day will come when she will despair and be in dire straits. - O parası için sevmediği bir adamla yaşamaya devam ederse, onun umudunu keseceği ve müthiş sıkıntıda olacağı gün gelecektir.

She was in dire straits, but made a virtue out of necessity. - O çok sıkıntıdaydı ama mecbur olduğu işi isteyerek yaptı.

sıkıntı
heebie jeebies

That gives me the heebie jeebies. - O bana aşırı sıkıntı veriyor.

sıkıntı
{i} rigor
sıkıntı
{i} vexation
sıkıntı
{i} tedium
sıkıntı
{i} stringency
sıkıntı
{i} infliction
sıkıntı
{i} rigour
sıkıntı
plummet
sıkıntı
{i} toil
sıkıntı
{i} pill
sıkıntı
care
sıkıntı
{i} grayness
sıkıntı
{i} greyness
sıkıntı
mope
sıkıntı
{i} groan
sıkıntı
constraint
sıkıntı
{i} famine

War has produced famine throughout history. - Savaş, tarih boyunca sıkıntı üretti.

Famine caused great distress among the people. - Açlık insanlar arasında büyük sıkıntıya neden oldu.

sıkıntı
{i} strait

If she continues to live with a man she doesn't love for his money, the day will come when she will despair and be in dire straits. - O parası için sevmediği bir adamla yaşamaya devam ederse, onun umudunu keseceği ve müthiş sıkıntıda olacağı gün gelecektir.

She was in dire straits, but made a virtue out of necessity. - O çok sıkıntıdaydı ama mecbur olduğu işi isteyerek yaptı.

sıkıntı
{i} mopes
sıkıntı
{i} pip
sıkıntı
{i} rock

There's no shortage of rocks. - Hiçbir kaya sıkıntısı yok.

sıkıntı
{i} scrape
التركية - التركية

تعريف sıkıntıyla في التركية التركية القاموس.

Sıkıntı
bun
Sıkıntı
boğuntu
Sıkıntı
sıklet
Sıkıntı
(Osmanlı Dönemi) HUSBAN
Sıkıntı
(Osmanlı Dönemi) SAHTİ
sıkıntı
Yokluk ve parasızlığın yol açtığı geçim darlığı: "İhtiyarın bir para sıkıntısı içinde olduğunu o söylemeden ben keşfetmiştim."- S. F. Abasıyanık
sıkıntı
Darlık, yokluk: "Bu kış yine, kok kömürü sıkıntısı baş gösterecekmiş."- H. Taner
sıkıntı
Sorun, problem, mesele
sıkıntı
İşsizlik, tekdüzelik, bezginlik gibi sebeplerden doğan ruhsal yorgunluk: "İçinin sıkıntısını mümkün mertebe gizlemeye çalışarak, dereden tepeden konuşarak oyalandı."- P. Safa
sıkıntı
Yokluk ve parasızlığın yol açtığı geçim darlığı
sıkıntı
Bir bozukluğun, karışıklığın sebep olduğu etkili ve sürekli yorgunluk, meşakkat, mihnet
sıkıntı
İşsizlik, tekdüzelik, bezginlik gibi sebeplerden doğan ruhî yorgunluk
sıkıntı
Bir bozukluğun, karışıklığın sebep olduğu etkili ve sürekli yorgunluk, meşakkat, mihnet: "Sıkıntı ve ıstırapla sağa sola döndüm."- A. Gündüz
sıkıntı
Darlık, yokluk
sıkıntı
Sorun, problem, mesele: "Atatürk öldüğü zaman Türkiye'nin ufak tefek sıkıntılar dışında hiçbir büyük problemi yoktu."- B. Felek
sıkıntıyla
المفضلات