تعريف süre في التركية الإنجليزية القاموس.
- period
I will stay here for a short period.
- Burada kısa bir süre için kalacağım.
The union went out on a strike for an indefinite period.
- Sendika belirsiz bir süre için greve gitti.
- time
They have lived here for a long time.
- Onlar uzun süredir burada yaşıyor.
The room has been empty for a long time.
- Oda uzun süredir boş.
- span
He has a short attention span.
- Kısa bir dikkat süresi var.
What is the average life span in Japan?
- Japonya'da ortalama yaşam süresi nedir?
- duration
- timetable
- (Bilgisayar) time period
- gamut
- gange
- distance
Keep distance from trucks and other vehicles when driving.
- Araba sürerken kamyonlardan ve diğer araçlardan uzak durun.
- period of time
Many have suffered oppression and misery for a long period of time under the rule of colonialism.
- Birçoğu sömürgeciliğin egemenliği altında uzun bir süre baskı ve sefaletten çekmiştir.
If I'm away from home for a period of time, I will stop mail delivery.
- Eğer bir süre evden uzak olursam, posta servisini bırakacağım.
- (Ticaret) time limit
- limitation
- life
As long as there's life, there is hope.
- Hayat olduğu sürece, ümit vardır.
She soon adjusted herself to village life.
- Kısa sürede kendini köy hayatına alıştırdı.
- (Bilgisayar) progress
Tom has made steady progress.
- Tom sürekli ilerleme kaydetti.
- headway
- interval
- due
Applications are due by Monday.
- Başvurular için süre sonu pazartesi.
Her deathly paleness is due to long illness.
- Uzun süredir hasta olduğundan rengi bembeyaz olmuş.
- grace
- (Bilgisayar) dur
Prices have risen steadily during the past decade.
- Fiyatlar son on yıl boyunca sürekli arttı.
The software company collapsed during the recession.
- Yazılım şirketi ekonomik durgunluk sürecinde büyük başarısızlığa uğradı.
- (Latin) dies
- respite
- while
I want to leave these packages for a while.
- Bu paketleri kısa bir süreliğine bırakmak istiyorum.
She pondered the question for a while.
- Soruyu bir süre düşünüp taşındı.
- continuance
- period, duration, space
- (tanınan) notice
- term
The president's term of office is four years.
- Başkanın görev süresi dört yıldır.
The president's term lasts four years.
- Cumhurbaşkanının görev süresi dört yıl sürer.
- stretch
- (film) screen time
- length
The length of our stay there will be one week.
- Bizim orada kalma süremiz bir hafta olacak.
- space
Spacewalks usually last between five and eight hours, depending on the job.
- Uzay yürüyüşleri genellikle işe bağlı olarak, beş ve sekiz saat arasında sürer.
Dr. Valeri Polyakov, a Russian cosmonaut, was in space from January 8, 1994 to March 1995. He holds the record for the longest continuous stay in space.
- Dr. Valeri 8 ocak 1994 ten Mart 1995 e kadar uzayda kalan bir Rus kozmonottur. Uzayda en uzun süre kalma rekorunu elinde bulunduruyor.
- (Hukuk) term, time
- run
How long does Tony run every day?
- Tony her gün ne kadar süre çalışır?
He can run a hundred meters in less than ten seconds.
- O, on saniyeden daha az bir süre içinde yüz metre koşabilir.
- bout
A bout lasts about five minutes.
- Bir nöbet yaklaşık beş dakika sürer.
- (Bilgisayar) for
I haven't seen anything of him for some time.
- Bir süredir onunla ilgili bir şey görmedim.
I've been in China for less than a month.
- Bir aydan kısa bir süredir Çin'de bulunuyorum.
- meantime
In the meantime you can just put on a sweater if you're cold.
- Bu süre zarfında eğer üşüyorsan sadece bir kazak giy.
- spell
The natives were tormented by a long spell of dry weather.
- Yerlilere uzun süre kurak havayla işkence yapıldı.
- duration length
- season
My season ticket expires on March 31.
- Benim sezon biletimin süresi 31 Martta doluyor.
- for the duration
- while for
- length of time
- süre aşımları
- (Bilgisayar) timeouts
- süre aşımı
- prescription
- süre bitimi
- (Bilgisayar) expires
- süre bitimi
- (Bilgisayar) expire
- süre bitimi
- (Bilgisayar) expires on
- süre bitti
- time is up
- süre değişmezi
- (Aydınlatma) time constant
- süre dilimleme
- (Bilgisayar,Teknik) time slicing
- süre doldu
- (Bilgisayar) time expired
- süre sonu
- due date
- süre sonu
- (Bilgisayar) expiry time
- süre sonu
- deadline
- süre sonu
- (Bilgisayar) expiration date
- süre sonu
- (Bilgisayar) after
- süre sonu
- (Bilgisayar) expires
- süre sınırı
- time limit
- süre tanımak
- (Dilbilim) allow for
- süre testi
- (Aydınlatma) life test
- süre uzatımı
- time extension
- süre ölçer
- chronometer
- süre sonu
- expiration
- süre gelmek
- time to come
- süre (ms)
- (Bilgisayar) duration (ms)
- süre aralığı
- period
- süre belirleme
- set period
- süre bitti
- time's up
- süre boşluğu
- (Ticaret) duration gap
- süre dağılımı
- (Bilgisayar) time summary
- süre doldu
- time's up
- süre dolmak
- (time) be up
- süre dolmak
- (time) run out
- süre geçti
- time's over
- süre seç
- (Bilgisayar) select time
- süre sonu
- expiry
- süre sonu yok
- (Bilgisayar) no due date
- süre sınırını değiştirmek
- (Hukuk) to alter the time limit
- süre tanımadan
- without notice
- süre tanımak
- respite
- süre tayin edilmesi
- (Hukuk) fix a time limit (to)
- süre tutma
- timing
- süre tutmak
- time
- süre ve milaj
- time and mileage
- süre verme
- assigning a period
- süre vermeden işten atma
- summary dismissal
- süre vermek
- give time
- süre vermek
- give extra time
- süre ölçen
- sports timer, timekeeper
- süre ölçümleriyle ilgili mekanik dalı
- chronometry
- süre ölçümü
- sports timekeeping
- bir süre
- for a while
He stood there for a while.
- O, bir süre orada durdu.
She pondered the question for a while.
- Soruyu bir süre düşünüp taşındı.
- aralıksız süre
- stretch
- bir süre
- awhile
We're going to have good weather for awhile.
- Bir süreliğine daha havalar güzel olacak.
I'll bet Madonna doesn't return to her career for awhile.
- Madonna'nın kariyerine bir süre için geri dönmeyeceğine bahse girerim.
- bir süre
- awhile, for a time
- bir süre sonra
- in time
- değer süre
- (Muzik) value
- aylak süre
- (Bilgisayar) idle time
- belirsiz süre için depolama
- (Askeri) dead storage
- bir süre
- for a time
He stayed in London for a time.
- O, bir süre Londra'da kaldı.
He was happy for a time.
- O, bir süre mutluydu.
- bir süre önce
- a while ago
- bitmek (süre)
- run out
- boş süre
- (Bilgisayar) idle time
- bu süre içinde
- in the meantime
- durgun süre
- (Biyokimya) latent period
- ek süre
- additional time
- geçen süre
- (Bilgisayar) elapsed
- geçen süre
- (Bilgisayar) time taken
- geçen süre
- time elapsed
- geçici süre
- temporarily
- harcanan süre
- the time spent
- hükümsüz süre
- (Askeri) inoperative time
- kadar süre
- by
- kalan süre
- (Bilgisayar) time remaining
- kalan süre
- (Televizyon) elapsed time
- kalan süre
- due in
- kısa süre
- (Sigorta) short period
- kısa süre önce
- recently
- ne kadar süre
- how long
How long have you been in this town?
- Ne kadar süredir bu kasabadasın?
How long did they live in England?
- Onlar İngiltere'de ne kadar süre yaşadılar?
- otuz ikilik süre
- (Muzik) a thirtysecond
- standart süre
- standard time
- toplam süre
- total time
- uzun bir süre
- quite a while
- uzun bir süre
- (deyim) a month of sundays
- uzun süre
- a long time
Tom has lived in Boston for a long time.
- Tom uzun süredir Boston'da yaşamaktadır.
They have lived here for a long time.
- Onlar uzun süredir burada yaşıyor.
- uzun süre
- long period of time
- çok uzun süre
- aeon
- ölçünlü süre
- standard time
- belirtilen süre içerisinde
- within the specified period of time
- belirtilen süre içerisinde
- within the time specified amount of time
- belli bir süre için, geçici olarak
- For a time, temporarily
- kisa bir süre
- soon
- kısa bir süre önce
- A short while ago
- kısa süre sonra
- Shortly after
- alıcıya tanınan süre
- option
- arızalı süre
- (Elektrik, Elektronik) down time
- ayrılan süre
- allocated time
- bakanlarca milletvekili sorularına ayrılan süre
- question time
- belirli süre
- time limit
- belirtilen süre içinde
- within the preseribte time
- belli bir süre
- for a length of time
- beş yıllık süre
- lustral
- bildirim süre sonu
- (Bilgisayar) expirations ack
- bir nefeslik süre
- breathing
- bir süre için
- for a while
I shouldn't have to go to the dentist again for a while.
- Ben bir süre için tekrar dişçiye gitmek zorunda kalmamalıyım.
I may be gone for a while.
- Bir süre için gitmiş olabilirim.
- bir süre için kalma
- sojourn
- bir süre için kurtulmak
- stave off
- bir süre için ölüm
- suspended animation
- bir süre içinde
- for a space
- bir süre kalmak
- sojourn
- birim süre
- unit of time
- bit süre aşımları
- (Bilgisayar) bit timeouts
- dünya savaşları arasındaki süre
- the interwar period
- ek süre
- extratime
- evrak imha süre listesi
- (Askeri) disposal schedule for record
- hazır süre
- available time
- isabetten bir süre sonra patlayan bomba
- delayed action bomb
- itibaren üç aylık bir süre içinde
- (Hukuk) within three months of the date of
- kanuni süre
- (Kanun) legal day
- kanuni süre
- (Kanun) prescribed term
- kanuni süre
- (Ticaret) legal period
- kanuni süre
- Grace
- kazanılan süre
- time gained
- kendine ayrılan süre
- leisure time
- krizler arasındaki süre
- (Tıp) interictal
- kısa bir süre için
- for the time
- kısa süre
- span
- kısa süre
- short notice
Tom wasn't able to find a babysitter on such short notice.
- Tom öylesine kısa sürede bir çocuk bakıcısı bulamadı.
Tom had to go to Boston on short notice.
- Tom çok kısa sürede Boston'a gitmek zorunda kaldı.
- kısa süre
- piece
- kısa süre
- short time
It is very important to master English in short time.
- Kısa sürede İngilizceye hakim olmak çok önemli.
He built up a good business in a short time.
- Kısa sürede iyi bir iş kurdu.
- kısa süre
- spell
- kısa süre
- streak
- kısa süre
- snatch
- kışdönümündeki on dört günlük durgun havalı süre
- halcyon days
- minimum süre
- duration minimum
- minimum süre
- (Askeri) minimum duration
- minimum süre (uyku vb)
- duration minimum
- munzam süre
- (Kanun) collateral limitation
- normal süre
- (Spor) regulation time
- on yıllık süre
- decennium
- periyodik süre
- periodic time
- sınırlı süre
- limited duration
- tanınan süre içinde
- (Hukuk) within the prescribed time
- tüp ne kadar süre dayanır
- How long will the tank last
- usulü süre
- (Hukuk) (usulü süre bitimi) procedural deadline
- uzun süre
- heaps of time
- uzun süre
- ages
Tom hasn't seen Mary in ages.
- Tom uzun süre Mary'yi görmedi.
Tom hasn't played mahjong in ages.
- Tom uzun süre çin dominosu oynamadı.
- uzun süre
- long time
The room has been empty for a long time.
- Oda uzun süredir boş.
NB: This was drawn a long time ago so the quality is low.
- NB:Çok uzun süre önce çizildi bu yüzden kalite kötüdür.
- uzun süre
- long term
I suppose it's different when you think about it over the long term.
- Sanırım onun hakkında uzun süre düşündüğünde o farklıdır.
- uzun süre
- donkey's years
I haven't seen you in donkey's years!
- Uzun süredir seni görmedim!
- uzun süre
- long
I saw that film long ago.
- Uzun süre önce o filmi izledim.
They have lived here for a long time.
- Onlar uzun süredir burada yaşıyor.
- uzun süre beklemek
- have a long wait
- uzun süre iktidarda kalmak
- have one's inning
- uzun süre iktidarda kalmak
- have one's innings
- uzun süre reddedilen
- (Hukuk) long-contested
- uzun süre önce
- long ago
I saw that film long ago.
- Uzun süre önce o filmi izledim.
Tom should've done that long ago.
- Tom bunu uzun süre önce yapmalıydı.
- verilen süre
- (Politika, Siyaset) prescribed time
- yasal süre
- (Kanun) legal period
- yasal süre
- (Ticaret) legal term
- yasal süre
- (Kanun) statutory period
- yaşanabileceği umut edilen süre
- expectation of life
- yedi yıllık bir süre
- a span of seven years
- yeterli süre
- (Hukuk) sufficient time
- yineleme/süre
- (Bilgisayar) reps/duration
- örnek süre
- (Bilgisayar) sample period
- üç aylık süre
- trimester