O onu kabul etmeye gönülsüzdü.
- He was reluctant to admit it.
Leyla'nın soyduğu evli erkekler, utanç yüzünden onu bildirmekte gönülsüzdüler.
- The married men that Layla robbed were reluctant to report her because of the embarrassment.
Tom gitmeye isteksizdi.
- Tom was reluctant to go.
Tom tek başına gitmeye isteksizdi.
- Tom was reluctant to go by himself.
Tom Mary'ye karşı tanıklık etmek için isteksiz gibi görünüyor.
- Tom seems to be unwilling to testify against Mary.
Tom ikinci el bir bilgisayar için o kadar çok para ödemek için isteksizdi.
- Tom was unwilling to pay that much money for a secondhand computer.
Onu yapmaya gönülsüzüm.
- I'm unwilling to do that.
Sorun, Tom'un görüşmeye tamamen gönülsüz olması.
- The problem is Tom's complete unwillingness to negotiate.
Tom, Mary'nin trajik romanını isteksiz olarak yayınladı.
- Tom reluctantly published Mary's tragic novel.
Onu görmeye isteksiz olarak gitti.
- He reluctantly went to see her.
Tom gönülsüzce kendi başına gitti.
- Tom reluctantly went by himself.
Bunu gönülsüzce yapma.
- Do not do it reluctantly.
İşi istemeyerek aldı.
- He took the job reluctantly.
Hırsız istemeyerek suçunu itiraf etti.
- The thief reluctantly admitted his guilt.
Tom isteksizce Mary'yi izledi.
- Tom reluctantly followed Mary.
O, isteksizce onu görmeye gitti.
- She went to see him reluctantly.
O istemeden tek başına gitti.
- She reluctantly went by herself.
They are reluctant to the inclusion of a necessity test, especially of a horizontal nature, and emphasize, instead, the importance of procedural disciplines .
She was reluctant to lend him the money.
... banks are reluctant to make loans, mortgages. Try and get a mortgage these days. It's hurt ...
... reluctant to do further more about how to improve the data, ...