تعريف proving في الإنجليزية التركية القاموس.
- {i} ispatlama
- ispat
- tecrübe
- deney
- {f} ispatla
- kanıtlama
Bir avukatın işi müvekkilinin suçsuz olduğunu kanıtlamaktadır.
- An attorney's job is proving that his client is innocent.
Bu aptalca tavırlarıyla Maria kendi kibrini kanıtlamaktan daha fazlasını yapmaz.
- With these stupid attitudes, Maria doesn't do more than proving her own arrogance.
- ispatlayarak
- {i} deneme
- (Tıp) Neticeye ulaşmak için yapılan deney, probe
- prove
- kanıtlamak
Tom'a hiçbir şey kanıtlamak zorunda değiliz.
- We don't have to prove anything to Tom.
Tom'un masumiyetini kanıtlamak için yeni delilimiz var.
- We have new evidence to prove Tom's innocence.
- prove
- ispat etmek
Bir avukatın rolü müvekkilinin suçsuz olduğunu ispat etmektir.
- The role of a lawyer is to prove that his client is innocent.
Tom'un suçluluğunu ispat etmek için bir delil çıkması çok olası değil.
- It's very unlikely that any evidence will turn up to prove Tom's guilt.
- proving flight
- tecrübe uçuşu
- proving ground
- deney alanı
- proving time
- kanıtlama zamanı
- proving by deed
- (Kanun) senetle isbat
- proving cash
- (Ticaret) kasayı tutturma
- proving flight
- deneme uçuşu
- proving frame
- yük çerçevesi
- proving ground
- (Askeri) TECRÜBE ALANI; TECRÜBE SAHASI: Başta cephane, top, tank ve motorlu araçlar olmak üzere, malzeme ve teçhizat tiplerinin denenmesi ve gelişme veya işe yararlık derecelerinin tespiti için bilimsel tecrübeler yapmaya mahsus bir yer veya bölge
- proving machine
- deneme makinesi
- proving of a will
- vasiyetnamenin tebliğ ve onaylanması
- proving of a will
- (fiil)siyetnamenin tebliğ ve onaylanması
- proving ring
- yük (kuvvet) halkası
- proving ring
- yük halkası
- prove
- {f} ispatlamak
Bir şüphelinin suçlu olduğunu ispatlamak için mahkemedeki savcılar iddialarını kanıtlamak zorundadır.
- Prosecutors in court have to substantiate their claims in order to prove a suspect is guilty.
- prove
- denemek
- prove
- anlaşılmak
- prove
- {f} ortaya koymak
- prove
- göstermek
- prove
- (Matematik) sağlamak
- prove
- bulunmak
- prove
- (Politika, Siyaset) onaylamak
- prove
- sonunda ... çıkmak
- prove
- {f} sonunda ... çıkmak: The news proved false. Haber asılsız
- prove
- sağlamasını yapmak
- prove
- {f} sınamak
- prove
- kanıtla
Ben haklı olduğumu kanıtlayabilirim.
- I can prove that I am right.
Söylentinin kesin bir yalan olduğunu kanıtlandı.
- The rumor proved to be an absolute lie.
- prove
- ispatla
- prove
- ispatlak
- prove
- isbat
- air proving ground command
- (Askeri) HAVA SİLAH VE TEÇHİZATI TAKTİK DENEME KOMUTANLIĞI: A. B. D. Hava Komutanlığına bağlı büyük bir komutanlık. Görevi: Islah edilmiş harekat tekniğinin inkişaf ettirilmesi ve imkan bulunduğu zaman, A. B. D. Hava Kuvvetleri tarafından kullanılan veya kullanılması teklif edilen bütün taktik harp malzeme ve teçhizatının harekata uygunluk derecelerini tespit için, mefruz muharebe şartları altında tecrübe edilmesidir
- prove
- proving ground tecrübe sahası
- prove
- {f} tecrübe etmek
- prove
- tecrübe ile anlatmak
- prove
- deneme alanı
- prove
- {f} çıkmak
- prove
- dene/kanıtla
- prove
- tanıtlamak
- prove
- doğruluğunu tespit etmek