Amcam ona bir hediye verdi.
- My uncle gave him a present.
Doğum günü hediyesi olarak sana kalem aldım.
- I got you a pen as a birthday present.
Geçmişte değil, şimdiki zamanda yaşamalısın.
- You must live in the present, not in the past.
Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.
- In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future.
Kabinenin her üyesi mevcuttu.
- Every member of the cabinet was present.
Mevcut evimiz çok küçük, bu nedenle taşınmaya karar verdik.
- Our present house is too small, so we decided to move.
Belediye başkanı ona şehrin anahtarını sundu.
- The mayor presented him with the key to the city.
Renk koordinasyonu ile ilgili Kelly'nin raporunda sunulan bilginin alternatif bir teori oluşturmada faydalı olacağı anlaşilmaktadır.
- The information presented in Kelly's paper on color coordination is seen to be of use in building up an alternative theory.
Şu andaki eğitim sisteminde hangi eksikliği bulabilirsin?
- What defect can you find in the present system of education?
O, şu anki maaşından memnun.
- She is content with his present salary.
Tom kız arkadaşına çok özel bir hediye vermek istedi.
- Tom wanted to give a very special present to his girlfriend.
Doğum günü için ona bir hediye vermek istiyorum.
- I would like to give him a present for his birthday.
Onun şimdiki yardımcısı Bayan Nokami'dir.
- His present assistant is Miss Nokami.
Şimdiki durumdan bir çıkış yolu arıyoruz.
- We are groping for a way out of the present situation.
Tom babasına doğum günü hediyesi göndermekten geri kalmaz.
- Tom never fails to send a birthday present to his father.
Büyükbabam bana bir doğum günü hediyesi verdi.
- My grandfather gave me a birthday present.
Baba, armağan istemiyorum, sadece eve gelmeni istiyorum.
- I don't want a present, Dad. I just want you to come home.
Noel armağanlarını açarken çocuğunuzun yüzündeki sevinç ile kıyaslayabilecek çok az şey vardır.
- Few things can compare to the joy on your child's face as they open their Christmas presents.
Toplantıda bulunanlar tasarıyı destekledi.
- Those present at the meeting supported the bill.
Şu bulunanların hepsi gözyaşlarına boğuldu.
- Those present were all moved to tears.
Halihazırda, okulumuzda 1600 öğrenci var.
- At present, we have 1,600 students at our school.
Bugünkü durumundan memnundur.
- He is content with his present state.
Bugünkü dünya rahat yaşamını petrole borçludur.
- The present world owes its convenient life to petroleum.
Ayrıca, listelenen konulardan herhangi biri üzerinde fikrini sunmak istersen lütfen benimle irtibat kurar mısın?
- Also, could you please contact me if you would like to present your opinion on any of the topics listed?
Tatoeba projesini sunmak için Libre Yazılım Toplantısındayım.
- I'm at the LSM to present the Tatoeba project.
Tom şu anki maaşından memnun değil.
- Tom isn't content with his present salary.
Senin şu anki sorunun her zaman aklımda.
- Your present trouble is on my mind all the time.
Sunumun içeriğini özetlemek ve bir sonuç çıkarmak istiyorum.
- I want to summarize the content of the presentation and draw a conclusion.
Bütün üyeler toplantıda hazır mıydı?
- Were all the members present at the meeting?
Tom bütün sabahı sunumuna hazırlanmakla geçirdi.
- Tom spent the whole morning getting ready for his presentation.
Tom sunuculardan biriydi.
- Tom was one of the presenters.
Sunucunun tuhaf göründüğüne şaşmamalı. O hastaydı.
- No wonder that the presenter sounded weird, she was sick.
Düzgün görünüşlü görünüyor muyum?
- Do I look presentable?
Tom düzgün görünüşlü, değil mi?
- Tom is presentable, isn't he?
Zamanımız bitti, bu yüzden sunumumuzu kısa kesmek zorunda kaldık.
- We ran out of time, so we had to cut our presentation short.
Öğretmenim sunumumu hazırlayışımla daha fazla zaman geçirmemi söyledi.
- My teacher told me that I should have spent more time preparing my presentation.
Taoizm bugünkü Henan ilinde M.Ö. 604'te doğmuş bir pir olan Laozi'nin öğretileri üzerine kurulmuştur.
- Taoism was founded on the teachings of Laozi, a sage born in 604 B.C. in present-day Henan Province.
Bu cümle şimdiki zamandadır.
- This sentence is in the present tense.
Endişelenmeyin, günümüzün kozmetik cerrahisi, Doktor Frankenstein'ın günlerinde olduğundan çok daha iyidir.
- Don't worry, present day cosmetic surgery is much better than it used to be in Doctor Frankenstein's days.
Bu fiil geniş zamanda hangi takıları alır?
- Which endings does this verb have in the present tense?
Tom düzgün görünüşlü, değil mi?
- Tom is presentable, isn't he?
Düzgün görünüşlü görünüyor muyum?
- Do I look presentable?
Powerpoint sunumunun ciddi kusurlar içerdiği gösterildiğinde Tom utancından yerin dibine girdi.
- Tom was left with egg on his face when his powerpoint presentation was shown to contain serious flaws.
Bu yıl Noel armağanları için çok fazla harcadık.
- We spent too much for Christmas presents this year.
Bu yıl birbirimize Noel armağanları vermek yerine hediyeler için harcayacağımız miktarı hayır kurumuna bağışladık.
- Instead of giving each other Christmas presents this year, we donated the amount we would have spent on presents to a charity.
Şimdiki zaman gibi zaman yok.
- There's no time like the present.
İnsanlar hatalı olarak, geçmişin şimdikinden daha iyi olduğunu düşünürler.
- People mistakenly think that the past was better than the present.
Onun raporunda sunulan istatistiki veriler hareketin sıklığını tahmin etmede bizim için çok faydalı.
- The statistical data presented in her paper is of great use for us in estimating the frequency of the movement.
Belediye başkanı ona şehrin anahtarını sundu.
- The mayor presented him with the key to the city.
Several people were present when the event took place.
The theater is proud to present the Fearless Fliers.
The patient presented with insomnia.
The present manager has been here longer than the last one.
Example: I have been working in this bank all my life.
I see the #5 bus across the street. I won’t make it. (future tense).
present-tense form.
the butler supposing the Wine had beene so carefully commended unto him for the goodnesse of it, imediately presented some unto the Pope, who whilest he was drinking, his sonne came in and never imagining his bottles had beene toucht, tooke the cup and pledged his father, so that the Pope died presently; and the sonne, after he had long time beene tormented with sicknesse, recovered to another worse fortune.
To all of you, therefore, who call Wales your motherland, whether you presently inhabit some other portion of the globe or breathe the air of your cloud-kissed country. . . .
Let me finish up one quick thing, and I'll be with you presently.
... you about the past, present and future of the human population. So let’s start with ...
... So much for the past, let’s go on to the present. This is a population pyramid. It ...