O, düz mavi bir elbise giydi.
- She wore a plain blue dress.
Ben sadece düz eski bir ofis çalışanıyım.
- I'm just a plain old office worker.
Onu sade bir dille açıklayın.
- Explain it in plain words.
Sadece beyaz kağıt yeterli.
- Plain white paper will do.
Şimdi bereketli bir ovanın olduğu yerde çölden başka bir şey yok.
- Now there is nothing but desert, where there used to be a fertile plain.
Bu ovada sürpriz bir saldırı neredeyse imkansızdır.
- A surprise attack is almost impossible in this plain.
Yalın bir İngilizce ile konuşma yaptı.
- He made a speech in plain English.
Onun söylemek istediği oldukça açık.
- His meaning is quite plain.
Bunu daha önce yaptığın açık.
- It is plain that you have done this before.
Tom onu yapmak istemediğini açıkça ortaya koydu.
- Tom made it plain that he didn't want to do that.
O, onunla evlenmek istediğini açıkça belirtti.
- She made it plain that she wanted to marry him.
Senin suçlanacağın belli.
- It is plain that you are to blame.
Fadıl cinayetten ceza almadı. Sade ve basit.
- Fadil got away with murder. Plain and simple.
Tom, sade ve basit bir yemek yedi.
- Tom ate plain and simple food.
Ben sadece düz bir ofis çalışanıyım.
- I'm just a plain office worker.
Ben sadece düz eski bir ofis çalışanıyım.
- I'm just a plain old office worker.
Nehir düzlükte menderesler çiziyor.
- The river meanders across the plain.
Not to be born again.
Would you like a poppy bagel or a plain bagel?.
They're just plain people like you or me.
His answer was just plain nonsense.
In fact, by excommunication or persuasion, by impetuosity of driving or adroitness in leading, this Abbot, it is now becoming plain everywhere, is a man that generally remains master at last.
Let me be plain with you: I don't like her.
I plain forgot.
Throughout high school she worried that she had a rather plain face.
He was dressed simply in plain black clothes.