Geçimini sağlamak için bir emekli maaşı var.
- He has a pension to live on.
Yaşlı adam emekli maaşı ile geçiniyor.
- The old man lives on his pension.
Singapur'un Merkez Fonu emeklilik sağlar.
- Singapore's Central Fund provides pensions.
Başkan emeklilikleri revize etmek için koalisyon ortaklarını ikna etmeye çalıştı.
- The Prime Minister tried to convince his coalition partners to overhaul pensions.
Şirket, hayatını idame ettirmesi için, ona yetecek kadar bir emekli aylığı bağladı.
- The company gave him enough pension to live on.
O, küçük bir emekli aylığıyla yaşıyor.
- She lives on a small pension.
O dul ve emeklidir ve birçok zorluklarla karşı karşıyadır.
- She's a widow and a pensioner, and faces many hardships.
A pension had somewhat less to offer than a hotel; it was always smaller, and never elegant; it sometimes offered breakfast, and sometimes not (John Irving).
Pensioners depend on their pension to pay the bills.
... pension. It's not as big as yours so it doesn't take as long. ...
... Mr. President, have you looked at your pension? Have you looked at your pension? ...