parlama

listen to the pronunciation of parlama
التركية - الإنجليزية
flash

The bomb exploded with a blinding flash. - Bomba kör edici bir parlamayla patladı.

I saw a flash of lightning far in the distance. - Uzakta bir yıldırım parlaması gördüm.

flare

We thought Mary and Tom were lost at sea but then we saw the distress flare. - Mary ve Tom'un denizde kaybolduklarını düşündük ama sonra sıkıntı parlaması gördük.

shining, flash, flashing
bursting into flame, flare-up, flaring
sparkling
sparkle
explosion
glaze
(Hukuk) flare-up
flare up
deflagration
shining

Above the clouds, the sun keeps on shining. - Bulutların üstünde, güneş parlamaya devam ediyor.

flare-up, flare, flaring (of flames or anger)
irradiance
glow
(Denizbilim) slick
glinting
glisten
flashing
{i} glistening
blaze
coruscation
{i} spurt
beam
parlamak
shine
parlama gerilimi
breakdown voltage
parlama noktası
flashing point
parlama potansiyeli
glow potential
parlamak
blaze
parlamak
{f} glow
parla
shone

My father polished his car till it shone. - Babam parlayıncaya kadar arabasını cilaladı.

The stars shone in the sky. - Yıldızlar gökyüzünde parladı.

parlamak
{f} twinkle
parlamak
{f} blink
parlamak
shone
parlamak
blow
parlamak
sheen
parlamak
flame up
parlamak
flare
parlamak
acquire influence
parlamak
fire
parlamak
brighten
parlamak
adjust
parla
{f} shine

Susan shined her father's shoes. - Susan babasının ayakkabılarını parlattı.

Give my shoes a good shine. - Ayakkabılarımı iyice parlat.

parla
{f} glisten
parla
{f} blaze
parla
{f} sparkle

Mary's eyes sparkled like diamonds. - Mary'nin gözleri elmas gibi parladı.

Her eyes sparkled like diamonds. - Onun gözleri elmas gibi parladı.

parla
{f} shining

We saw the first star shining in the sky. - Biz gökyüzünde parlayan ilk yıldızı gördük.

That blue-white shining star is Sirius. - O mavi-beyaz parlayan yıldız Sirius'tur.

parla
{f} glistening
parlamak
coruscate
parlamak
flame
parlamak
gleam
parlamak
beam
parlamak
blow up
parlamak
sparkle
parlamak
fire up
parlamak
{f} smile
parla
flame

The logs flamed brightly. - Kütükler parlak şekilde alev alev yandı.

parla
coruscate
parlamak
flare up
parlamak
light up
parlamak
to shine, to gleam, to glitter, to brighten, to blaze, to glint, to glisten, to sparkle; to flare up, to flame up; to acquire influence
parlamak
flash
parlamak
deflagrate
parlamak
to flare up (in anger)
parlamak
glisten
parlamak
loose off at
parlamak
to flare, flare up, flame up, burst into flame
parlamak
inflame
parlamak
to shine; to become eminent; to display brilliance
parlamak
glitter
parlamak
glare
parlamak
glint
parlamak
to shine; to gleam; to glisten
parlamak
lighten
parlamak
shine out
parlamak
fulminate
parlamak
gloss
parlamak
polish
çabuk parlama
quickness
çabuk parlama
inflammability
التركية - التركية
Parlamak işi
lem
Parlamak
(Osmanlı Dönemi) HEFAFE
Parlamak
(Osmanlı Dönemi) MAS'
Parlamak
(Osmanlı Dönemi) SEKUB
Parlamak
(Osmanlı Dönemi) REHREHE
Parlamak
delepmek
Parlamak
alevlenmek
Parlamak
(Osmanlı Dönemi) ZERİR
Parlamak
(Osmanlı Dönemi) RAKRAKA
Parlamak
(Osmanlı Dönemi) LASAF
parlamak
Birdenbire öfkelenmek: "En büyük zaafı da, kendisine çıkar sağlayacak insanlara karşı bile, yoktan yere parlayıverişleri idi."- T. Buğra
parlamak
Işıldamak
parlamak
Bir ışık kaynağından gelen ışınları yansıtmak
parlamak
Ortaya çıkmak: "Feride'nin yüzünde bir çocuk sevinci parladı."- R. N. Güntekin
parlamak
Tutuşup alev çıkarmak
parlamak
Ün, san kazanmak; herkesçe tanınmak, mevkisi yükselmek
parlamak
Güçlü bir ışık çıkarmak, ışık saçmak: "O benim milletimin yıldızıdır parlayacak."- M. A. Ersoy
parlamak
Tutuşup alev çıkarmak: "Pof diye gaz parladı ve zaten seyrek olan kirpiklerimi ütüledi."- B. Felek
parlamak
Birdenbire öfkelenmek
parlamak
Mevkisi yükselmek: "Nüfuzlu akrabalarının yardımı sayesinde bir iki senede parlamış, büyük bir hariciye memuru olmuş."- R. N. Güntekin. Ün, san kazanmak, herkesçe tanınmak
parlamak
Güçlü bir ışık çıkarmak, ışık saçmak