oyunlu

listen to the pronunciation of oyunlu
التركية - الإنجليزية
chase
A groove cut in an object; a slot: the chase for the quarrel on a crossbow
To pursue, to follow at speed
(old) Frame of steel, or cast or wrought iron, in which images are locked up for printing
To pursue eagerly, as hunters pursue game
a metal frame in which metal type and engraved blocks are locked to make a page
To produce enough offense to cause the pitcher to be removed
The tapering portion of the barrel forward of the reinforce; traditionally terminates at the chase ring, a decorative molding found chiefly on the six-pounder during the Civil War period
When you're behind, you can either choose not to contend the pot (i e , check and fold as appropriate), try to steal it, or stick around, hoping you'll improve enough to win To stay in a pot, with the sole hope of making a particular hand (e g , chasing a flush) Usually chasing implies poor pot odds
a frame used for locking cutting forms in place
If someone cuts to the chase, they start talking about or dealing with what is important, instead of less important things. Hi everyone, we all know why we are here today, so let's cut to the chase
cut a furrow into a columns
The cavity of a mold
pursue someone sexually or romantically
To follow as if to catch; to pursue; to compel to move on; to drive by following; to cause to fly; often with away or off; as, to chase the hens away
{f} pursue, follow; banish, send away
the act of pursuing in an effort to overtake or capture; "the culprit started to run and the cop took off in pursuit"
A kind of joint by which an overlap joint is changed to a flush joint, by means of a gradually deepening rabbet, as at the ends of clinker-built boats
A trench or channel for drainpipes or wiring
also referred to as the "recovery" or more frequently "retrieve"; the process by which the aerostat is tracked during flight and retrieved afterwards by crew on the ground or in another craft (like a boat)
An open hunting ground to which game resorts, and which is private properly, thus differing from a forest, which is not private property, and from a park, which is inclosed
oyun
{i} game

Although Go is probably the most popular Japanese game in my country, at most only a few university students know it. - Go büyük ihtimalle benim ülkemdeki en popüler Japon oyunu olsa da o bile bazı üniversite öğrencileri dışında pek bilinmiyor.

If the metal plate terminal of the game cassette is dirty it may be difficult for the game to start when the cassette is inserted into the game console. - Eğer oyun kasetinin metal plaka terminali pis ise oyun konsoluna kaset yerleştirildiğinde oyunun başlaması zor olabilir.

oyun
play

The baby is playing with some toys. - Bebek bazı oyuncaklar ile oynuyor.

Resident Evil 4 is one of the best games I have ever played. - Resident Evil 4 şu ana kadar oynadığım en iyi oyunlardan biridir.

oyun
performance

The game's outcome hangs on his performance. - Oyunun sonucu onun performansına bağlı.

The audience acclaimed the actors for their performance. - Seyirci, performansları için oyuncuları alkışladı.

oyun
{i} act

She is said to have been an actress about twenty years ago. - Onun yaklaşık yirmi yıldır bir oyuncu olduğu söyleniyor.

Not everyone thought she was a great actress. - Herkes onun büyük bir oyuncu olduğunu düşünmüyordu.

oyun
hoax

I believe it's all a hoax. - Bunun hepsinin bir oyun olduğuna inanıyorum.

oyun
stage play
oyun
trick

Mike played a bad trick on his brother. - Mike erkek kardeşine kötü bir oyun oynadı.

It is no use trying to play a trick on me. - Bana oyun oynamaya çalışmanızın faydası yok.

oyun
acting

Her acting is on the level of a professional. - Onun oyunculuğu profesyonel düzeydedir.

Jane has been acting in films since she was eleven. - On bir yaşından beri, Jane filmlerde oyunculuk yapıyor.

oyun
canard
oyun
{i} playing

Just then, the workers in the park brought over some small playing cards. - Tam o sırada parktaki işçiler bazı küçük oyun kartları getirdiler.

I am playing a browser game. - Bilgisayar oyunu oynuyorum.

oyun
pretense
oyun
piece

Climbing that mountain was a piece of cake. - O dağa tırmanmak çok oyuncağıydı.

oyun
representment
oyun
wiles
oyun
jeu (fr)
oyun
presentation
oyun
intrigue
oyun
dalliances
oyun
sham
oyun
spectacle
oyun
representation
oyun
sell

That toy is selling like hot cakes. - O oyuncak çok satılıyor.

The toy seller was very friendly. - Oyuncak satıcısı çok samimiydi.

oyun
prank

Stop playing pranks on me! - Bana oyun oynamayı kes!

oyun
ruse
oyun
artifice
oyun
show

A friend of mine showed me all the dolls he had bought abroad. - Arkadaşlarımdan biri yurt dışında aldığı bütün oyuncak bebekleri bana gösterdi.

He showed me the manuscript of his new play. - O, yeni oyununun el yazmasını bana gösterdi.

oyun
dodge
Oyun
gameplay
oyun
playgrounds
oyun
gamers
oyun
diversion
OYUN
(Askeri) gaming
kelime oyunlu bilmece
conundrum
kelime oyunlu fıkra
shaggy dog story
oyun
device
oyun
wheeze
oyun
sport
oyun
presentment
oyun
dance, folk dance
oyun
play, theatrical presentation
oyun
dance

He knows many folk dances. - O birçok halk oyunu biliyor.

oyun
trick, ruse
oyun
frolic
oyun
game; play, performance; drama; dance; trick, ruse, game, hoax, prank
oyun
wrestling a movement designed to throw one's opponent off guard
oyun
gull
oyun
stratsgem
oyun
pelota
oyun
rounders
oyun
chouse
oyun
double

I enjoy playing doubles with Tom. - Tom'la teniste çiftli oyun oynamaktan hoşlanıyorum.

oyun
gouge
oyun
flimflam
oyun
ludo
oyun
practice

Tom hurt his left knee during practice, so John had to play the game in his place. - Tom uygulama sırasında sol dizini incitti, bu yüzden John oyunu yerinde oynamak zorunda kaldı.

oyun
cheat
oyun
gambol
oyun
stratagem
oyun
dalliance
التركية - التركية

تعريف oyunlu في التركية التركية القاموس.

Oyun
(Osmanlı Dönemi) DÜABE
Oyun
baziçe
Oyun
(Osmanlı Dönemi) LAG
Oyun
lub
Oyun
(Osmanlı Dönemi) DEYDENUN
Oyun
(Osmanlı Dönemi) ŞEMA'
oyun
Şaşkınlık uyandırıcı hüner
oyun
Teniste taraflardan birinin dört sayı kazanmasıyla elde edilen sonuç
oyun
Hasmını yenmek için yapılan türlü biçimlerde şaşırtıcı hareket
oyun
Kumar
oyun
Taraflardan birinin dört sayı kazanmasıyla elde edilen sonuç
oyun
Hile, düzen, desise, entrika
oyun
Tiyatro veya sinemada sanatçının rolünü yorumlama biçimi
oyun
Sahne veya mikrofonda oynamak için hazırlanmış eser, temsil, piyes
oyun
Güreşte rakibini yenmek için yapılan türlü biçimlerde şaşırtıcı hareket
oyun
Hile, düzen, desise, entrika: "Atatürk hiçbir zaman onların oyununa kanmış değildir."- H. Taner
oyun
Eski Türkler'de şaman, baksı, kam, ozan gibi adlar verilen büyücü-şairler için kullanılan bir başka sözcük
oyun
Vakit geçirmeye yarayan, belli kuralları olan eğlence
oyun
Kumar: "Bazıları oyun başından kalkar kalkmaz her şeyi unuturlar."- P. Safa. Şaşkınlık uyandırıcı hüner
oyun
Bedence ve kafaca yetenekleri geliştirmek amacıyla yapılan, çevikliğe dayanan her türlü yarışma
oyun
Müzik eşliğinde yapılan hareketlerin bütünü: "Büyük annem yeni dansları eski kabakçı Arapların oyunu kadar bile güzel bulmuyor."- H. E. Adıvar
oyun
Müzik eşliğinde yapılan hareketlerin bütünü
oyun
Oğuz Atay'ın yarattığı, yazınsal karakterlerin genel davranış biçimi
oyunlu
المفضلات