تعريف oyun في التركية الإنجليزية القاموس.
- {i} game
If the metal plate terminal of the game cassette is dirty it may be difficult for the game to start when the cassette is inserted into the game console.
- Eğer oyun kasetinin metal plaka terminali pis ise oyun konsoluna kaset yerleştirildiğinde oyunun başlaması zor olabilir.
Although Go is probably the most popular Japanese game in my country, at most only a few university students know it.
- Go büyük ihtimalle benim ülkemdeki en popüler Japon oyunu olsa da o bile bazı üniversite öğrencileri dışında pek bilinmiyor.
- play
The baby is playing with some toys.
- Bebek bazı oyuncaklar ile oynuyor.
Daddy, may I go out and play?
- Baba, dışarıya çıkıp oyun oynayabilir miyim?
- performance
Would you like to see a live performance of a play with me Saturday?
- Cumartesi günü benimle bir oyunun canlı performansını görmek ister misin?
Has the performance started yet?
- Oyun henüz başladı mı?
- hoax
I believe it's all a hoax.
- Bunun hepsinin bir oyun olduğuna inanıyorum.
- stage play
- trick
Jack played a dirty trick on me.
- Jack bana kirli bir oyun oynadı.
It is no use trying to play a trick on me.
- Bana oyun oynamaya çalışmanızın faydası yok.
- acting
His acting left nothing to be desired.
- Onun oyunculuğu mükemmeldi.
Jane has been acting in movies since she was eleven.
- Jane on bir yaşından beri filmlerde oyunculuk yapıyor.
- canard
- act
I don't think he's a great actor.
- Ben onun büyük bir oyuncu olduğunu düşünmüyorum.
Not everyone thought she was a great actress.
- Herkes onun büyük bir oyuncu olduğunu düşünmüyordu.
- pretense
- playing
Whenever you visit him, you will find him playing video games.
- Onu her ziyaret edişinizde, onu video oyunları oynarken bulacaksınız.
The baby is playing with some toys.
- Bebek bazı oyuncaklar ile oynuyor.
- piece
Climbing that mountain was a piece of cake.
- O dağa tırmanmak çok oyuncağıydı.
- representment
- wiles
- jeu (fr)
- presentation
- intrigue
- dalliances
- sham
- representation
- device
- wheeze
- sport
- presentment
- dance, folk dance
- play, theatrical presentation
- spectacle
- dance
He knows many folk dances.
- O birçok halk oyunu biliyor.
- trick, ruse
- frolic
- game; play, performance; drama; dance; trick, ruse, game, hoax, prank
- wrestling a movement designed to throw one's opponent off guard
- sell
The toy seller was very friendly.
- Oyuncak satıcısı çok samimiydi.
That toy is selling like hot cakes.
- O oyuncak çok satılıyor.
- prank
Stop playing pranks on me!
- Bana oyun oynamayı kes!
- ruse
- artifice
- show
A friend of mine showed me all the dolls he had bought abroad.
- Arkadaşlarımdan biri yurt dışında aldığı bütün oyuncak bebekleri bana gösterdi.
He showed me the manuscript of his new play.
- O, yeni oyununun el yazmasını bana gösterdi.
- dodge
- gameplay
- playgrounds
- gamers
- diversion
- (Askeri) gaming
- gull
- stratsgem
- pelota
- rounders
- chouse
- double
I enjoy playing doubles with Tom.
- Tom'la teniste çiftli oyun oynamaktan hoşlanıyorum.
- gouge
- flimflam
- ludo
- practice
Tom hurt his left knee during practice, so John had to play the game in his place.
- Tom uygulama sırasında sol dizini incitti, bu yüzden John oyunu yerinde oynamak zorunda kaldı.
- cheat
- gambol
- stratagem
- dalliance
- oyun alanı
- playground
- oyun bitti
- (Bilgisayar) game over
It was game over for Fadil.
- Fadıl için oyun bitti.
- oyun yazarı
- playwright
Prince Hamlet wasn't a playwright.
- Prens Hamlet bir oyun yazarı değildi.
Tom is a playwright and a painter.
- Tom oyun yazarı ve ressamdır.
- oyun etmek
- play a trick
- oyun etmek
- deceive
- oyun kâğıdı
- card
- oyun zarı
- die
- oyun alanları
- playgrounds
- oyun alanı
- (Spor) game zone
- oyun alanı
- (Spor) diamond
- oyun alanı
- playfield
- oyun almak
- win a game
- oyun bahçesi
- (Eğitim) playgrounds
- oyun bitti
- the game is up
- oyun bozan
- wet blanket
- oyun bozmak
- spoil the game
- oyun hamuru
- silly putty
- oyun hileleri
- game tricks
- oyun kağıdı
- playing cards
- oyun kağıdı
- playing card
- oyun kitabı
- (Muzik) playbook
- oyun kuramı
- theory of games
- oyun kuramı
- (Bilgisayar,İstatistik,Matematik,Politika, Siyaset) game theory
- oyun kurma
- (Spor) set
- oyun kurucu
- (Spor) point guard
- oyun kurucu
- (Spor) play maker
- oyun kurucu
- (Spor) setter
- oyun modu
- (Bilgisayar) game mode
- oyun odası
- game room
- oyun odası
- recreation room
- oyun oynamak
- (Konuşma Dili) take someone for a ride
- oyun sahası
- play area
- oyun salonu
- amusement arcade
- oyun salonu
- (Turizm) gambling hall
- oyun salonu
- game arcade
- oyun tablası
- (Bilgisayar) game pad
- oyun tablası
- (Bilgisayar) gamepad
- oyun tableti
- (Bilgisayar) game pad
- oyun vermek
- lose a game
- oyun yazarı
- scriptwriter
- oyun yazarı
- (Sinema) screenwriter
- oyun yeri
- playground
- oyun yüzeyi
- (Bilgisayar) game pad
- oyun zarı
- dice
- oyun çubuğu
- (Bilgisayar) joystick
- oyun konsolu
- (Oyunlar) Game console
- oyun kurucu
- pivot
- oyun masası
- green cloth
- oyun oynama
- GAMING
- oyun oynamak
- Serve a trick
- oyun oynamak
- Play a game
Do you guys want to play a game?
- Sizler bir oyun oynamak istiyor musunuz?
Do you want to play a game?
- Bir oyun oynamak ister misiniz?
- oyun çizelgesi
- rep
- oyun alanı
- sportsfield
- oyun alanı
- playing field
Tatoeba is an interesting playing field for smartasses.
- Tatoeba ukalalar için ilgi çekici bir oyun alanıdır.
- oyun alanı
- court
- oyun almak
- to win a game
- oyun arkadaşı
- playfellow
- oyun arkadaşı
- playmate
The boy doesn't have very many playmates.
- Çocuğun çok oyun arkadaşı yok.
- oyun arkadaşı
- playfellow, playmate
- oyun arsası
- playlot
- oyun başlıyor
- the jig is up
- oyun bozmak
- to spoil the game
- oyun danışmanı
- script editor
- oyun dili
- game language
- oyun dışı bırakma
- disqualification
- oyun dışı etmek
- (kriket) catch out
- oyun dışı kalmamak
- (kriket) carry the bat
- oyun ebesi the
- person who is "it" in a game
- oyun ekipmanı
- game equipment
- oyun elbisesi
- playsuit
- oyun etmek
- hoax
- oyun etmek
- hocus
- oyun etmek
- (kötü) pull a fast one
- oyun etmek
- play a trick on smb
- oyun etmek
- trick
- oyun etmek
- play a trick on somebody
- oyun etmek
- play somebody a trick
- oyun etmek
- play smb. a trick
- oyun etmek
- to play a trick on sb, to play a prank on sb, to play a joke on sb
- oyun etmek
- play a prank on somebody
- oyun etmek
- play a joke on somebody
- oyun etmek
- palter
- oyun etmek/oynamak/yapmak
- to play a trick on, pull a fast one on, hoodwink, dupe
- oyun evi
- playhouse
- oyun fişi
- token
- oyun haline getirmek
- dramatize
- oyun havası
- belly dance music
- oyun havası tune
- (which accompanies a folk dance)
- oyun havuzu
- paddling pool
- oyun kaçta başlayacak
- When does the game begin
- oyun kuralları
- gaming rules
- oyun kâğıdı
- card, playing card(s)
- oyun kâğıdı
- (a) playing card
- oyun kâğıtları
- playing cards
- oyun lehçesi
- (Dilbilim) dramatic dialect
- oyun listesi
- repertoire
- oyun listesi
- repertory
- oyun makineleri var mı
- Is there slots
- oyun masası
- card table
- oyun masası
- play table
- oyun odası
- day nursery
- oyun oynama
- gambol
- oyun oynamak
- play smb. foul
- oyun programı
- playbill
- oyun salonu
- card room
- oyun salonu
- rumpus room
- oyun salonu
- poolroom
- oyun sesleri
- (Bilgisayar) game sounds
- oyun seti
- play set
- oyun seti rica ediyorum
- I would like a play set
- oyun seç
- (Bilgisayar) select game
- oyun sonu
- end game
- oyun sırası gelmek
- be at the bat
- oyun sırığı
- caber
- oyun taşı
- man
- oyun tesisi
- (Turizm) game facility
- oyun tulumu
- rompers
- oyun vermek
- 1. to put on a theatrical production, put on a play. 2. to lose a game
- oyun vermek
- to lose a game
- oyun yanmak
- (for a game) to be spoilt
- oyun yapmak
- play smb. a trick
- oyun yapmak
- play a trick on smb
- oyun yapmak
- play pranks on smb
- oyun yazarı
- dramatist
The dramatist resides now in New York.
- Oyun yazarı şimdi New York'ta oturuyor.
- oyun yazarı
- dramaturgist
- oyun yazarı
- dramatist, playwright, scriptwriter
- oyun zamanı
- playtime
- oyun zamanı
- period of play
- oyun zarları
- ivories
- oyun çıkarmak
- (for an acting troupe) to put on a performance; (for a team) to play a game
- oyun şovları
- game shows
- oyun
- (Felsefe) play
- berabere biten oyun
- draw
- heyecanlı oyun
- thriller
- (oyun) briç
- bridge
- adam seçmek (oyun için)
- pick up
- iyi oyun
- (Bilgisayar) good game
- tenis benzeri bir oyun
- (Spor) badminton
- yeni oyun
- (Bilgisayar) new game
- oyun oynamak
- play tricks on
- oyun oynamak
- play up
- oyun oynamak
- blow hot and cold about
- oyun oynamak
- play a joke on sb
- Oyun kurucu
- game maker
- gizli hile, oyun
- secret trick, game
- güreşte bir oyun
- wrestling game
- kibrit çöpleriyle oynanan bir oyun
- A game played with matches, garbage
- oyun bitti
- gig is up
- oyun hamuru
- play dough
- oyunlar
- games
These games are listed under the adult category.
- Bu oyunlar yetişkin kategorisi altında listelenmiş.
Resident Evil 4 is one of the best games I have ever played.
- Resident Evil 4 şu ana kadar oynadığım en iyi oyunlardan biridir.
- pastoral oyun
- pastoral play
- çocuk oyun alanı
- children's play area
- Geliştirilmiş Deniz Harp Oyun Sistemi
- (Askeri) Enhanced Naval Warfare Gaming System
- açık hava tiyatrosunda sergilenen oyun
- outdoor performance
- baştakinin hareketlerinin taklit edildiği oyun
- follow my leader
- beraberliği bozacak oyun
- play off
- beysbol oyun alanı
- diamond
- bezik benzeri bir oyun
- pinochle
- bezik benzeri bir oyun
- pinocle
- bilardo benzeri bir oyun
- bagatelle
- canlı oyun
- legit
- daire şeklinde oyun
- ring around rosy
- dama benzeri bir oyun
- ludo