The girl sitting at the piano is my daughter.
- Piyanoda oturan kız benim kızımdır.
Tom was singing with the children sitting around the campfire.
- Tom kamp ateşinin etrafında oturan çocuklarla birlikte şarkı söylüyordu.
Inhabitants were not permitted to enter the area.
- Oturanların alana girmesine izin verilmedi.
How many inhabitants are there?
- Kaç tane oturan kişi var?
More than half the residents are opposed to the plan.
- Oturanların yarısından fazlası plana karşı çıkıyor.
The residents were curious about other people's business.
- Oturanlar başkalarının işleri hakkında meraklılardı.
The girl sitting at the piano is my daughter.
- Piyanoda oturan kız benim kızımdır.
Two children are sitting on the fence.
- İki çocuk çitin üzerinde oturuyorlar.
An Englishman, a Belgian and a Dutchman enter a pub and sit down at the counter. Says the barkeeper, Wait a minute, is this a joke or what?
- İngiliz, Belçikalı ve Hollandalı bir meyhaneye girer ve tezgahta otururlar. Barmen söyler, Bir dakika bekleyin, bu bir şaka mı ne?
Where do you want to sit?
- Nerede oturmak istiyorsun?
Tom asked Mary to sit down for a while.
- Tom Mary'nin bir süre oturmasını rica etti.
Tom and Mary were about to sit down for dinner when John knocked on the door.
- John kapıyı çaldığında Tom ve Mary akşam yemeği için oturmak üzerelerdi.
Tom Skeleton, the ancient stage doorkeeper, sat in his battered armchair, listening as the actors came up the stone stairs from their dressing rooms.
- Tarihi sahne kapıcısı, Tom Skeleton, eskimiş koltuğunda oturdu, aktörlerin soyunma odalarından taş merdivenlerden yukarı gelirken dinledi.
I now live in a very small house.
- Şu anda çok küçük bir evde oturuyorum.
Do you live in this building?
- Bu binada mı oturuyorsun?
The village had more than a thousand residents.
- Köyün binden daha fazla oturanı vardı.
Tom currently resides in Boston.
- Tom şu anda Boston'da oturuyor.
Would you like to be seated?
- Oturmak ister misiniz?
Tom motioned them to be seated.
- Tom oturmaları için onlara işaret etti.
He sat in the front so as to be able to hear.
- İşitebilmek için önde oturdu.
They sat under a tree.
- Bir ağacın altına oturdular.
bence daha da şey çğrenin ben daha 4. sınfa gidiom ve daha bilgiliyim.