oral cavity

listen to the pronunciation of oral cavity
الإنجليزية - التركية
(Tıp) ağıziçi boşluğu
ağız boşluğu
mouth
{i} ağız

Masada dolu ağızla konuşmamalısın. - You shouldn't speak with your mouth full at table.

Utanmadan onu ağızdan öptü. - She kissed him without shame, on the mouth.

mouth
giriş ağzı
mouth
kavşak
mouth
gaga
mouth
zırlamak
mouth
{f} dudaklarını oynatarak (bir şey) söyler gibi yapmak
mouth
{i} haliç
mouth
{f} söylemek

Tom bir şey söylemek için ağzını açtı. - Tom opened his mouth to say something.

Söylemek istediğin şeyin sessizlikten daha iyi olduğundan emin değilsen ağzını açma. - Don't open your mouth if you are not certain that what you want to say is better than silence.

mouth
{f} dudak bükmek
mouth
{i} giriş yeri
mouth
{i} surat asma
mouth
söyle

Tom oğluna ağzı doluyken konuşmamasını söyledi. - Tom told his son not to speak with his mouth full.

Tom ağzını kapalı tuttu ve ne olduğunu kimseye söylemedi. - Tom kept his mouth shut and didn't tell anyone what had happened.

mouth
{f} tane tane söylemek
mouth
{f} geme alıştırmak
mouth
dırdır etmek
mouth
dudaklarını kıpırdatmak
mouth
{i} ağız, akarsuyun denize/göle döküldüğü yer
mouth
a hard mouth geme itaat etmeyen
mouth
(Tıp) Ağız, os
الإنجليزية - الإنجليزية
mouth
The mouth
The mouth, whose boundaries are the lips and teeth in the front and the soft palate in the rear
space within the mouth
mouth: the opening through which food is taken in and vocalizations emerge; "he stuffed his mouth with candy"
oral cavity

    الواصلة

    o·ral ca·vi·ty

    التركية النطق

    ôrıl kävıti

    النطق

    /ˈôrəl ˈkavətē/ /ˈɔːrəl ˈkævətiː/
المفضلات