Final maçındaki tek gol Andrés Iniesta tarafından atıldı.
- The only goal of the final match was scored by Andrés Iniesta.
Bu cümlenin, sadece tek bir dili var.
- This sentence has only one language.
Partide yalnızca altı kişi vardı.
- Only six people were present at the party.
Yalnızca her birey ona karşı harekete geçmeye karar verirse, AIDS durdurulabilir.
- AIDS can be stopped only if every person decides to take action against it.
Etli pilav sekiz yuan. Vejetaryen pilav sadece dört yuan.
- The pilaf with meat is eight yuan. The vegetarian pilaf is only four yuan.
Geçmiş sadece bilinir, değişmez. Gelecek ise sadece değişir, bilinmez.
- The past can only be known, not changed. The future can only be changed, not known.
İstasyondan yürüyerek eve gitmek sadece beş dakika.
- Walking from the station to the house takes only five minutes.
Geçmiş sadece bilinir, değişmez. Gelecek ise sadece değişir, bilinmez.
- The past can only be known, not changed. The future can only be changed, not known.
Yalnızca kütüphanede çalışırım.
- I only study in the library.
Yalnızca her birey ona karşı harekete geçmeye karar verirse, AIDS durdurulabilir.
- AIDS can be stopped only if every person decides to take action against it.
O, biricik oğlunu gömdü.
- She has buried her only son.
Biricik kızımız kanserden öldü.
- Our only daughter died of cancer.
O tür bir şeyi yapmaya ancak Tom'un cesareti vardı.
- Only Tom would have the guts to do that kind of thing.
Zürih'ten Boston'a uçmak sekiz saat sürer, ancak dönüş için sadece altı.
- It takes eight hours to fly from Zurich to Boston, but only six for the return trip.
Bir tek geleceğe şu inananlar, o ana inanır.
- Only those who believe in the future believe in the present.
Sorun sadece bir tek şekilde yorumlanabilir.
- The question can only be interpreted a single way.
Keşke sınav için daha sıkı çalışsaydım.
- If only I had studied harder for the exam.
Tom'un Boston'da sadece bir gecesi daha var.
- Tom has only one more night in Boston.
Kabul ediyorum, ama sadece tek bir şartla.
- I accept, but only under one condition.
Tom çok çalıştı ama sınavda başarısız oldu.
- Tom worked hard only to fail the exam.
Hayatta derece yapmak için hepimiz çok çalışırız fakat sadece birkaç kişi başarır.
- We all try hard to make the grade in life, but only a few succeed.
Tom birkaç dili akıcı olarak konuşur fakat onun işi gereği, o sadece kendi ana diline çeviri yapar.
- Tom speaks several languages fluently, but for his job, he only translates into his native language.
The only cars on the street were parked.
my heart is hers, and hers only.
I would enjoy running, only I have this broken leg.
he left only moments ago.
The only people in the stadium were the fans: no players, coaches, or officials.
... improve the wellbeing, not only of yourself—important as that may be—but of people around you ...