Ben gerçekten pek aşçı değilim.
- I'm really not much of a cook.
Söylenecek pek fazla şey yok.
- There is not much more to say.
Onun başarılı olacağına dair ufak bir umut var.
- There is little hope that he will succeed.
O yumuşak kilden ufak bir heykel yaptı.
- He made a little statue out of soft clay.
O suda küçük bir bot ile denize açılıyor.
- He is sailing a little boat on the water.
Küçük erkek kardeşim televizyon izliyor.
- My little brother is watching television.
Sahip olduğum azıcık bilgiyi ona verdim.
- I gave her what little information I had.
Kanepede azıcık kestir.
- Take a little nap on the sofa.
Tom Mary'den muhtemelen sadece biraz daha genç.
- Tom is probably just a little younger than Mary.
Benim için biraz çok gençsin.
- You're a little too young for me.
Karıncaların yaşamını önemsiz sayma.
- Don't think little of the ants' lives.
Ne yazık ki o bu değişiklikleri kabul etmek için biraz fazla dar görüşlüdür.
- Unfortunately he's a little too narrow-minded to accept these changes.
Anne kızlarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the daughters.
Anne oğullarına hemen hemen hiç bir şey söylemedi.
- The mother said little to the sons.
Konuşmaya hazırlanmak için çok az zamanım vardı.
- I had little time to prepare the speech.
Boşa geçirecek çok az zamanımız var.
- We have little time to waste.
I'm not much cop at the decorating lark, am I, Floss? Never mind, Dad..
One more song about movin’ along the highway / Can’t say much of anything that's new.
She spoke little and listened less.
... Not much talking involved. ...
... the beginning and the end of an experience not much the middle ...