Bana ders anlatmak zorunda değilsin.
- You don't have to lecture me.
Okutman döndüğünde o gizlice sınıftan kaçtı.
- When the lecturer turned round, he sneaked out of the classroom.
Özellikle, ben bir üniversite okutmanıyım.
- Specifically, I'm a university lecturer.
Dersi not alırken dikkatli olmanızı tavsiye ederim.
- I advise you to be careful in making notes for the lecture.
Onun dersleri korkunç sıkıcı.
- His lectures are terribly boring.
Çok sayıda öğrenci konferansta hazır bulundu.
- Many students were present at the lecture.
Konferansçı genel olarak Amerikan edebiyatı ve özellikle Faulkner hakkında konuştu.
- The lecturer spoke generally about American literature and specifically about Faulkner.
Senin tarafından ders verilmem gerekmiyor.
- I don't need to be lectured by you.
Bilimci evrenin yapısı üzerine bir ders verdi.
- The scientist gave a lecture on the structure of the universe.
Konferansçının belâgatlı konuşmasından derinden etkilendik.
- We were deeply impressed by the lecturer's eloquent speech.
Konferansçı genel olarak Amerikan edebiyatı ve özellikle Faulkner hakkında konuştu.
- The lecturer spoke generally about American literature and specifically about Faulkner.
Flandre'da İngilizce olarak ders veren profesör ve öğretim elemanlarının yüzde 10 ila 20 arasındakileri, gerekli dil seviyesine ulaşmadılar.
- In Flanders between 10 and 20 percent of professors and lecturers teaching in English did not attain the required language level.
Özellikle, ben bir üniversite okutmanıyım.
- Specifically, I'm a university lecturer.
Sadece örgütlenmemiş okutmanlardan nefret etmiyor musunuz?
- Don't you just hate unorganized lecturers?
Konuşmacı bazı kolej günlerinin anıları üzerinde durdu.
- The lecturer dwelt on some memories of his college days.
Konuşmacı hızlı konuştuğu için az sayıda kişi onu izleyebildi.
- Because the lecturer speaks quickly few people could follow him.