kulübe

listen to the pronunciation of kulübe
التركية - الإنجليزية
hut

This is the hut in which he lived. - Bu onun yaşadığı kulübedir.

The hermit lived in a wooden hut. - Keşiş ahşap bir kulübede yaşıyordu.

cottage

It seemed that that house was small if it was compared with the cottage which he lived in even recently. - Son zamanlarda onun yaşadığı kulübe ile karşılaştırılırsa o ev küçük görünüyordu.

I saw a cottage in the distance. - Uzakta bir kulübe gördük.

shed

They don't have a shed. - Onların bir kulübesi yok.

Clean out the shed and throw away things you don't need. - Kulübeyi temizleyin ve ihtiyacınız olmayan şeyleri atın.

lodge

There's a fishing lodge near Boston that I often go to. - Boston yakınında sık sık gittiğim bir balıkçı kulübesi var.

hovel
cabin

Abraham Lincoln, the 16th president of the United States, was born in a log cabin in Kentucky. - Amerika Birleşik Devletleri'nin 16. başkanı Abraham Lincoln, Kentucky'de bir kulübede doğdu.

Naoki was poor and lived in a cabin. - Naoki fakirdi ve bir kulübede yaşardı.

shanty
hut; cabin; shack, shanty
box

I saw a number of people around the police box. - Polis kulübesinin etrafında çok sayıda insan gördüm.

Where is the nearest telephone box? - En yakın telefon kulübesi nerede?

tollbooth
shack

When we entered the shack, we saw a half-eaten pie on the table. - Kulübeye girdiğimizde, masada yarısı yenmiş bir turta gördük.

You're reliable like a shack in the middle of a hurricane. - Bir kasırganın ortasındaki bir kulübe gibi güvenilirsin.

kiosque
crib
kiosk
booth

I am going to use the telephone in the phone booth at the street corner. - Ben sokağın köşesinde bulunan telefon kulübesindeki telefonu kullanacağım.

Telephone booths are very scarce around here. - Telefon kulübeleri burada çok az bulunur.

hut, shed, cabin, shack, shanty, cottage; sentry box; telephone booth, telephone box; tollbooth
cote
hutch
telephone box
cot

The man living in the cottage is blind. - Kulübede yaşayan adam kör.

I saw a cottage in the distance. - Uzakta bir kulübe gördük.

chanty
rancho
wanigan
bower
kulüp
club

I meet him at the club from time to time. - Ben, zaman zaman onunla kulüpte karşılaşırım.

George is at the club today. - George bugün kulüpte.

kulübeler
huts
kulüp
(Ticaret) society
kulüp
clubhouse

Hats aren't allowed to be worn inside the clubhouse. - Kulüp binasında şapka giyilmesine izin verilmiyor.

tahta kulübe
cabin
bir tür kulübe
penty
kulüp
club, association, society
kulüp
clubhouse, club building
kulüp
club; clubhouse
kulüp
fellowship
kütüklerden yapılmış kulübe
log cabin
küçük kulübe
cot
التركية - التركية
Kerpiç, saman veya ağaçtan yapılmış küçük, basit, ilkel ev
Kerpiç, saman veya ağaçtan yapılmış küçük, basit, ilkel ev: "Ahırların öteki yamacında bir bahçıvan kulübesi vardı."- S. F. Abasıyanık
Alçak gönüllülük göstermek amacıyla "ev" anlamında kullanılır
Bir yeri beklemekle görevli kimsenin içinde bulunduğu küçük barınak
Hayvanlar için yapılmış barınak
baraka
alaçuk
kulüp
Spor kulübü: "Geceleri kapalı olan kulübün salonu aydınlanmıştı."- Ö. Seyfettin
kulüp
Görüşmek, konuşmak, okumak, spor yapmak gibi amaçlarla yalnız üye olanların toplandıkları yer: "İkisi de şehrin satranç kulübü üyelerindendir."- S. F. Abasıyanık
kulüp
Spor kulübü
kulüp
Görüşmek, konuşmak, okumak, spor yapmak gibi amaçlarla yalnız üye olanların toplandıkları yer
kulüp
Milletlerin oluşturduğu grup, pakt
kulüp
Kişilerin, toplulukların oluşturduğu grup