kenarları

listen to the pronunciation of kenarları
التركية - الإنجليزية
{s} ragged
Wearing tattered clothes; as, a ragged fellow
Rent or worn into tatters, or till the texture is broken; as, a ragged coat; a ragged sail
Rough; shaggy; rugged

What shepherd owns those ragged sheep? - John Dryden.

Broken with rough edges; having jags; uneven; rough; jagged; as, ragged rocks
Hence, harsh and disagreeable to the ear; dissonant

A ragged noise of mirth. - George Herbert.

Ragged clothes are old and torn
Someone who is ragged looks untidy and is wearing clothes that are old and torn. The five survivors eventually reached safety, ragged, half-starved and exhausted. + raggedly rag·ged·ly raggedly dressed children
[See RAGULY ]
{s} tattered, torn, worn; rough, having jagged edges
You can say that something is ragged when it is untidy or uneven. O'Brien formed the men into a ragged line. = uneven + raggedly rag·ged·ly Some people tried to sing, but their voices soon died raggedly away
being or dressed in clothes that are worn or torn; "clothes as ragged as a scarecrow's"; "a ragged tramp"
layout and type term
having an irregular outline; "text set with ragged right margins"; "herded the class into a ragged line" worn out from stress or strain; "run ragged" being or dressed in clothes that are worn or torn; "clothes as ragged as a scarecrow's"; "a ragged tramp
having an irregular outline; "text set with ragged right margins"; "herded the class into a ragged line"
being or dressed in clothes that are worn or torn; "clothes as ragged as a scarecrow's"; "a ragged tramp
Type that is not justified on the right or left side
A flop (or board) that doesn't appear to help anybody very much A flop that came down Jd-6h-2c would look ragged
kenar
side

A square has four sides. - Bir karenin dört kenarı vardır.

He was standing at the side of the road. - Yolun kenarında duruyordu.

kenar
border

The Norwegian flag has a dark blue Nordic cross with white border on a red background, and it is from 1821. - Norveç bayrağında kırmızı zemin üzerinde beyaz kenarlıklı koyu mavi Nordik haç vardır ve 1821 yılından kalmadır.

Put a blue border around this picture. - Bu resmin etrafına mavi bir kenar süsü koyun.

kenar
edge

Tom nearly had a heart attack when he saw Mary standing on the edge of the roof. - Tom Mary'nin çatının kenarında durduğunu gördüğü zaman neredeyse kalp krizi geçirmişti.

He stood on the edge of the cliff. - O, uçurumun kenarında durdu.

kenarları kesilmemiş
deckle edged
kenarları tırtıklı
deckle edged
kenar
{i} brink
kenar
hem
kenar
rim
kenar
{i} margin

He wrote his comments in the margin of the composition. - O yorumlarını kompozisyonun kenar boşluğuna yazdı.

kenar
fringe
kenar
lip
kenar
(Otomotiv) periphery
kenar
(Madencilik) marginal
kenar
cutting
kenar
nook
kenar
(İnşaat) jamb
kenar
selvage
kenar
outskirts

Tom and Mary and their children all live together in a small house on the outskirts of Boston. - Tom ve Mary ve çocukları hepsi Boston'un kenar mahallelerinde küçük bir evde birlikte yaşamaktadır.

Tom lives on the outskirts of town. - Tom şehrin kenar mahallelerinde yaşıyor.

kenar
limit

I was pulled over by a policeman for going thirty kilometers over the speed limit. - Hız limitinin otuz kilometre üzerinde gittiğim için bir polis tarafındn kenara çekildim.

Tom was going 50 over the speed limit when the police pulled him over. - Polis onu yolun kenarına çektiği zaman hız limitinin üzerinde 50 ile gidiyordu.

kenar
selvedge
kenar
edging

Please let us know the prices and earliest delivery of your Steel Landscape Edgings #STL3456. - Lütfen bize Çelik Peyzaj Kenar taşları # STL3456'ın fiyat ve en erken teslimini bildirin.

kenar
front
kenar
(Askeri) corner of edge of a sail
kenar
contour
kenar
shore
kenar
bezel
kenar
extreme
kenar
(Askeri) coast

Paul's family spends the summer at the coast every year. - Paul'un ailesi yaz mevsimini her yıl deniz kenarında geçiriyor.

kenar
corner

The soldiers cornered Tom at the edge of a high cliff. - Askerler yüksek bir uçurumun kenarında Tom'u köşeye sıkıştırdılar.

There is a table in the corner of the room. - Odanın kenarında bir masa var.

kenar
wall
kenar
aback
kenar
bank

Two frogs are sitting on the bank, when it starts to rain. One of them says, Quick, get in the water so we don't get wet. - İki kurbağa dere kenarında otururken yağmur yağmaya başlar. Kurbağalardan biri diğerine şöyle der: Çabuk suya gir, yoksa ıslanacağız.

kenar
skirt
kenar
flange
kenar
surround
Kenar
(Tıp) labium
Kenar
(Tıp) labrum
kenar
edge; brink; margin; border; hem
kenar
verge
kenar
skirting
kenar
edge; side; corner, nook; (kap) brim; (kumaş) selvage, selvedge; (giysi) hem; (göl, ırmak) bank, margin; (deniz) shore; (uçurum) brink; (bilardo masası) cushion
kenar
wheal
kenar
isolated spot, place away from it all
kenar
brim
kenar
isolated (place)
kenar
wale
kenar
brow
kenar
marge
kenar
strand
kenar
cushion
stop kenarları
(Madencilik) stope sidewalls
التركية - التركية

تعريف kenarları في التركية التركية القاموس.

KENAR
(Osmanlı Dönemi) f. Çevre, kıyı, Sâhil, deniz kıyısı
KENAR
(Osmanlı Dönemi) Kucaklama. Kucağa alma
KENAR
(Osmanlı Dönemi) Köşe, uç
KENAR
(Osmanlı Dönemi) Etrâfı çevrilen şey
KENAR
(Osmanlı Dönemi) Çember
KENAR
(Osmanlı Dönemi) Son, nihâyet
Kenar
(Osmanlı Dönemi) GARB
Kenar
lep
Kenar
(Osmanlı Dönemi) LEB
Kenar
(Osmanlı Dönemi) AYK
Kenar
(Osmanlı Dönemi) ŞEFE
Kenar
kıy
kenar
Madeni paranın yan kalınlığının çevre boyunca oluşturduğu yüzey
kenar
Merkezden uzak olan, kuytu, ıssız, sapa, tenha yer
kenar
Bir şeyin, bir yerin bitiş kısmı veya yakını, kıyı
kenar
Yan
kenar
Bir şeyin, bir yerin bitiş kısmı veya yakını, kıyı: "O sırada karşı taraçadaki kadın elinde pirinç tası olduğu hâlde taraçanın kenarına kadar geldi."- O. V. Kanık
kenar
Merkezden uzak olan, kuytu, ıssız, sapa, tenha yer: "Ağır, ihtiyar misafirler kenarda bir odadan çıktılar."- M. Ş. Esendal
kenar
Bir biçimi sınırlayan çizgilerden her biri
kenar
Pervaz, çizgi, antika, baskı gibi çevre süsleri
kenar
Bir şeyi çevreleyen çizgi
kenarları
المفضلات