kırı

listen to the pronunciation of kırı
التركية - الإنجليزية
fractures
a partial or complete break in the bone
The bones of the elbow can break (fracture) into the elbow joint or adjacent to the elbow joint Fractures generally require immobilization and casts and can require orthopedic pinning or open joint surgery
kır
prairie

Laura Ingalls grew up on the prairie. - Laura Ingalls kırda büyüdü.

kır
{i} grizzle
kır
field

A herd of friesian cattle graze in a field in British countryside. - Siyah alaca sığır sürüsü İngiliz kırsalında bir tarlada otlar.

There were six sheep in the field. - Kırsalda altı koyun vardı.

kır
countryside

Tom and Mary took a long walk through the countryside. - Tom ve Mary kırlarda uzun bir yürüyüş yaptılar.

The countryside has many trees. - Kırsalda birçok ağaç vardır.

kır
Moor
kır
{s} grey
kır
{f} broke

He broke his leg skiing. - Kayak yaparken bacağını kırdı.

By whom was this window broken? - Bu pencere kim tarafından kırıldı?

kır
{i} fell

The horse broke its neck when it fell. - Düşen at boynunu kırdı.

I knew I'd broken my wrist the moment I fell. - Düştüğüm anda bileğimi kırdığımı biliyordum.

kır
blot
kır
wild

The field is full of wild flowers. - Tarla kır çiçekleriyle dolu.

I like studying wild flowers. - Kır çiçeklerini öğrenmeyi seviyorum.

kır
the country

We spent a quiet day in the country. - Biz kırda sessiz bir gün geçirdik.

Tom and Mary took a long walk through the countryside. - Tom ve Mary kırlarda uzun bir yürüyüş yaptılar.

kır
the wild

I saw the girls pick the wild flowers. - Kızların kır çiçekleri topladığını gördüm.

Barsoom was the biggest Martian town. It had the fanciest saloon. It was the Wild, Wild Red. - Barsoom en büyük Mars kentiydi. En süslü salona sahipti. Orası Vahşi, Vahşi Kırmızıydı.

kır
slopes
kır
hoar
kır
breake
kır
wilderness
kır
grizzled
kır
country

Feeling tired after his walk in the country, he took a nap. - Kırsaldaki yürüyüşünden sonra yorgun hissettiği için şekerleme yaptı.

Tom and Mary took a long walk through the countryside. - Tom ve Mary kırlarda uzun bir yürüyüş yaptılar.

kır
heath
kır
break up

Tom looks forward to his lunchtime run, to break up the monotony of his working day. - Çalışma günü monotonluğunu kırmak için Tom öğle vakti koşusuna can atıyor.

kır
{f} shattering
kır
{f} broken

This window has been broken for a month. - Bu pencere bir aydır kırıktır.

He got a broken jaw and lost some teeth. - Kırık bir çenesi var ve birkaç dişini kaybetti.

kır
{f} break

But love can break your heart. - Ama aşk kalbinizi kırabilir.

The last straw breaks the camel's back. - Devenin belini kıran son saman çöpü.

kır
{f} breaking

I must apologize to you for breaking the vase. - Vazoyu kırdığım için senden özür dilemeliyim.

The boy admitted breaking the window. - Çocuk pencereyi kırdığını kabul etti.

kır
{f} shattered

Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates. - Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.

kır
shatter

Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates. - Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.

demir kırı
roan
demir kırı at
roan
kır
countryside, the country, rural area
kır
grey, gray; grey, gray; (saç) hoary, hoar
kır
grayish
kır
moorland
kır
(Tabiat Doğa) de: Heideland heath
kır
frosty

Young plants should be protected in frosty weather. - Genç bitkiler kırağılı havadan korunmalıdır.

kır
grayness
kır
uncultivated and open country
kır
greyish
kır
grizzly
kır
gray

Gray squirrels bury nuts, but red squirrels don't. - Gri sincaplar fıstık gömer, ancak kırmızı sincaplar gömmez.

Tom was wearing a gray suit and a red tie. - Tom gri bir takım elbise giyiyordu ve kırmızı bir kravat takıyordu.

kır
bent

The bamboo bent but did not break. - Bambu eğildi ama kırılmadı.

kır
diffract
kır
rive

Tom and Mary picked some wildflowers by the river. - Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.

kır
refract
kır
griseous
kır
ruffle
kır
weald
kır
knap
kır
champaign
kır
riven
mercan kırı
roan
turna kırı
reddish gray
التركية - التركية
Eşek yavrusu, sıpa
Kır
(Osmanlı Dönemi) BEYABAN
Kır
sahra
Kır
(Osmanlı Dönemi) BERİYYE
bakla kırı
At donlarından koyu ve iri lekeli kır
bakla kırı
Beyazı çoğalmış, beyazlamaya yüz tutmuş (saç vb.)
demir kırı
Siyah, beyaz karışık griye yakın renkte at donu
kır
Bu renkte olan. Şehir ve kasabaların dışında kalan, çoğu boş ve geniş yer: "Araba tenha, düz yolda tıkır tıkır gidiyor, ara sıra kır kokuları getiren hafif bir rüzgâr esiyordu."- Ö. Seyfettin
kır
Kulağı beyaz işaretli keçi
kır
Şehir ve kasabaların dışında kalan, çoğu boş ve geniş yer
kır
Beyazla az miktarda siyah karışmasından oluşan renk: "Gözlerinden, kırları artan sakalına bir iki damla yaş düştü."- F. R. Atay
kır
Orman, dağ vb.ne karşıt olan açıklık yer: "Bizim kır evinde roman var; fakat roman dersi verecek bir edebiyat kitabı yok."- F. R. Atay
kır
Tarla
kır
Bu renkte olan
kır
Orman, dağ vb.ne karşıt olan açıklık yer
kır
Beyazla az miktarda siyah karışmasından oluşan renk
süt kırı
Beyaz renkte olan
sıçan kırı
Sıçanın tüyünün rengi
turna kırı
Kırmızımtırak gri
kırı

    الواصلة

    kı·rı

    علم أصول الكلمات

    [ "har-i-'kir-E, -'kar-E ] (noun.) 1840. Japanese harakiri, from hara belly + kiri cutting.
المفضلات