He is sailing a little boat on the water.
- O suda küçük bir bot ile denize açılıyor.
I've brought you a little something.
- Sana küçük bir şey getirdim.
He lived in a small town nearby.
- Yakınlardaki küçük bir kasabada yaşıyordu.
Image Viewer is an image viewing software. This software is a very small program. This software has basic functions only. This is translatable by Tatoeba Project users.
- Image Viewer bir resim görüntüleme yazılımıdır. Bu yazılım çok küçük bir programdır. Bu yazılımda sadece basit fonksiyonlar var. Bu, Tatoeba Project kullanıcıları tarafından çevrilebilir.
My wife's hands are slightly smaller than the shop assistant's.
- Eşimin elleri tezgahtarınkinden biraz daha küçük.
The slightest mistake may lead to a fatal disaster.
- En küçük hata ölümcül bir felakete götürebilir.
When I was a kid, I used to think that fairy floss and clouds were alike.
- Küçükken, bulutları pamuk şekere benzetirdim.
Hearing about people kidnapping little children just makes my blood boil.
- Küçük çocukları kaçıran insanlar hakkında duymak kanımı kaynatıyor.
My DVD collection is absolutely miniscule.
- Benim DVD koleksiyonum kesinlikle küçük.
A young child has a small vocabulary.
- Genç bir çocuğun küçük bir kelime haznesi vardır.
Hearing about people kidnapping little children just makes my blood boil.
- Küçük çocukları kaçıran insanlar hakkında duymak kanımı kaynatıyor.
The little baby was born yesterday.
- Küçük bebek dün doğdu.
The baby has pretty little fingers.
- Bebeğin güzel küçük parmakları var.
Lucy's mother told her to take care of her younger sister.
- Lucy'nin annesi, ona küçük kız kardeşine bakmasını söyledi.
He is five years younger than me.
- O, benden beş yaş küçük.
The boy gathered a handful of peanuts and put them in a small box.
- Oğlan bir avuç yer fıstığı topladı ve onları küçük bir kutuya koydu.
Tom took a tiny bite of Mary's donut.
- Tom Mary'nin gözlemesinden küçük bir lokma aldı.
He came from a tiny mountain town.
- Küçük bir dağ kasabasından geldi.
A woman friend of ours took a trip to a small town last week.
- Bizim bir bayan arkadaşımız, geçen hafta küçük bir kasabaya bir seyahat yaptı.
He was looking forward to spending the weekend with her in their little cottage in Somerset.
- Somerset'teki küçük yazlıklarında hafta sonunu onunla geçirmeye can atıyordu.
I was given a minor share of my father's wealth.
- Bana babamın servetinden küçük bir pay verildi.
Because you're a minor, you can't enter.
- Giremezsin, çünkü sen bir küçüksün.
In this harsh, petty world where money does the talking, his way of life is like a breath of fresh air.
- Paranın konuştuğu bu sert, küçük dünyada, onun hayat tarzı derin bir nefes taze hava gibi.
The god of the Old Testament is a blood-thirsty tyrant — petty and vengeful.
- Eski Ahit tanrısı kana susamış, küçük ve intikamcı bir zorbadır.
He is haughty to his juniors.
- Yaşça kendinden küçük olanlara tepeden bakar.
She is five years junior to me.
- O benden beş yıl daha küçük.
I want a compact car with an air conditioner.
- Ben klimalı küçük bir araba istiyorum.
I'd like to rent a compact car.
- Küçük bir araba kiralamak istiyorum.
Have you got smaller size?
- Daha küçük ölçün var mı?
The earth is smaller than the sun.
- Dünya güneşten daha küçüktür.
My younger brother is watching TV.
- Küçük erkek kardeşim TV izliyor.
He is five years younger than me.
- O, benden beş yaş küçük.
An ångström is smaller than a nanometer.
- Bir angstrom, nanometreden daha küçüktür.
The scene was a tiny mountain village in a remote section of West Virginia.
- Manzara Batı Virginia'nın uzak bir kesimindeki küçük bir dağ köyüydü.
The archaeologists discovered over a hundred graves, a few of which belonged to infants.
- Arkeologlar yüzün üzerinde mezar keşfetti, onlardan birkaçı küçük çocuklara aitti.
Mary has three infants.
- Mary'nin üç tane küçük çocuğu var.
Tom grew up in a one-horse town.
- Tom küçük ve sakin bir kasabada büyüdü.
Tom grew up in a one-horse town and was overwhelmed when he moved to the big smoke.
- Küçük ve köhne bir kasabada yetişen Tom, büyük şehre yerleştiğinde sudan çıkmış balığa dönmüştü.
She got me a tiny toy.
- O, bana küçük bir oyuncak aldı.
The boy has taken the toy away from his little sister.
- Çocuk, oyuncağı küçük kız kardeşinden aldı.
I'm fine. It's just a little cut.
- Ben iyiyim. Sadece küçük bir kesik.